19 Ağustos 2012 Pazar

Bu Yaz “SAHİLDE BULUŞALIM”! Bir Kandemir Konduk Röportajı



      Usta mizah ve tiyatro yazarı Kandemir Konduk; ekranlarda kahkaha tufanı yaratan “Abuzer Kadayıf”, “Mahallenin Muhtarları”, “Ana Kuzusu”, “Perihan Abla” gibi film ve dizilerden sonra yeni kitabı “ Sahilde Buluşalım” ile tekrar karşımızda. Özellikle 1990’lı yıllardaki film ve dizilere damgasını vurmuş, ünlü tiyatro ve mizah yazarı Konduk’un yeni kitabı, Anadolu geleneklerine bağlı bir baba, kocasını sevmeyen bir anne ve sekiz yaşındaki çocuklarının, sahil beldesinde bulunan ağabeylerine yaz tatiline gitmelerini ve burada yaşadıkları kültür karmaşasını anlatıyor. Dilerseniz dizi tadındaki bu kitap hakkında daha fazla ipucu vermeyelim ve kitabını, televizyon projelerini ve yeni dönem Türk dizilerini nasıl bulduğunu Kandemir Konduk’tan dinleyelim.

-    Sizi uzun zamandır dizi projelerinde göremiyoruz. Kandemir Konduk nerede derken bir kitap ile karşımıza çıktınız, öncelikle kitap ile başlayalım. Nereden çıktı bir kitap ile karşımıza çıkmak? Bu kitap kimin ya da kimlerin hikayesi?

Sık sık kitap yazmasam da bu benim 14. Kitabım. Gelenekçi bir Anadolu kasabasında yaşayan genç bir çift ve ilkokul çağında çocukları… Yazın Ege’de bir sahil yöresinde tatil yapan kent soylu insanlar… Ve bunların bir araya geldiklerindeki çelişkiler.. “SAHİLDE BULUŞALIM” bunları mizah diliyle anlatan bir roman.

Kitabınızı okurken de sanki bir dizi ya da film seyrediyormuş hissine kapılıyor insan. Bilinçli olarak bu yazı dilini kullandınız?

Kesinlikle evet.  Anlatım zorluğu ile okuru bunaltmaktan özellikle kaçındım. Ben de bir film izler gibi her bölümü “Göre göre” yazdım!..  Yazarken görmek , diyalogları duymak çok önemli.

-     Kitap bir dizi ya da film projesine dönüşür mü?

Dizi değil ama sanırım sinema filmine çok elverişli. Gerçekçi ve eğlenceli bir film olabilir. Zaten şimdiden-netleşmemiş- bir talibi var.

-     Televizyondan sizi uzaklaştıran ne oldu? Neden eskisi gibi sizi televizyon dünyasında göremiyoruz?

Ben argodan, küfürden, bip bip’lerden, tecavüzden, kandan, cinayetten, özetle rezaletten kalemimi hep uzak tuttum. Ekranda bunlar geçerli olunca kendim de uzak tutuldum!..


GÜNÜMÜZDE YARATICILIK DEĞİL, TAKLİTÇİLİK GEÇERLİ

-  Bir dönem aşiret dizileri, sonra silahlı mafya dizileri, sonrasında her şeyin mübah olduğu gençlik dizileri ve şimdi de Osmanlı dizileri… Sizce dizilerin modasını kim belirliyor? İzleyici mi yoksa yapımcılar mı?

Tavuk- yumurta bilmecesi… Bu türlerden bir tanesi tutulunca pek çok yapımcı, yapımcı değil kopyacı oluyor!.. Örneğin, polisiye diziyi ilk yapan tutturunca seyircinin karşısına beş tane birden polisiye dizi çıkıyor. Kanallar da bundan hiç gocunmuyor. Günümüzde yaratıcılık değil taklitçilik geçerli.


      Siz bu tarz dizileri nasıl buluyorsunuz?

Ekrana bakınca karşımda buluyorum : )

-      Hangilerini takip ediyorsunuz?

Valla, hangisini takip edeceğimi şaşırıyorum!.. Bazen de takip ederken başka bir diziye benzediğini görüp, takipten vazgeçip, geri dönüyorum.

DİZİLERDE YOZLAŞMAYI DOĞALMIŞ GİBİ SERGİLEMEK ÇOK TEHLİKELİ

-     Dizi sektöründe para kazanmak üzerine yapılıyor. Çalışanlar da çalışma şartlarından müzdaripler. Ancak para kazanalım derken ahlaki değerler biraz yabana atılıyor gibi bir hava var. Akraba içi ya da yakın arkadaşların birbirlerinin sevgilileri ile olması, kuzenlerin amcalarının eşleri ile olması gibi birçok örneği var bunun. Bu tarz şeylerin normalleştirildiğini ve genel ahlak kurallarının yozlaştırıldığını düşünüyor musunuz?

Öncelikle çalışma koşulları konusu çok önemli. Başroldekilerin dışında sanatçılar, emekçiler  büyük paralar kazanmıyorlar. Onu da 5-10 hafta sonra alıyorlar çoğu. Ve sabahlara kadar setlerde çalıştırılıyorlar. Çünkü , her hafta bir sinema filmi süresince dizi çekmeye zorlanıyorlar. Onlar sette perişan olurken seyirci de gece yarılarına kadar ekran başında uykusuz, perişan oluyor. Niye peki?.. Televizyon daha çok reklam alıp para kazansın diye. Oysa o zaman diliminde yarı fiyatına  45-50  dakikalık 2 dizi yapılır ve sömürü biter.  Yapmıyorlar… Birilerinin bunu yapmasını bekliyorlar. Dedim ya, yaratıcılık yok!.. Evet, televizyonun normalleştirme- benimsetme gücü müthiş. Örneğin, reklamlar. Bu gücü doğrudan güzelden çağdaşlıktan yana kullanmak olası. Yozlaşmayı doğalmış gibi sergilemek, ahlaki değerleri gözardı etmek ise kanımca çok tehlikeli. Ne var ki, toplumumuzda- kimi kesimlerde- akraba ilişkileri de çok yaygın. Yine de , bu çelişki ekranlarda körüklenmemeli kanısındayım.

SİNEMAMIZ ADINA ÜZÜNTÜM BÜYÜK BÜTÇELER İLE KOMEDİ DİYE YAPILAN REZİLLİKLER!

-   Türk sinemasının şu anki durumu nasıl sizce? Birçok yeni film çekliyor ve oldukça da büyük bütçeler dönüyor. Siz nasıl buluyorsunuz?

Türk sinemasına şu dönemde kimse “kötüye gidiyor”  diyemez. Tersine, teknik  anlamda yükseliş olduğu açık. İzliyorum , çok güzel işler yapılıyor… Ve bir alay da çok kötü işler. Dar bütçeli iki mekanda  dört  kişiyle çekilen  bır bır bır konuşmalı iç karartıcı filmlerin  DVD’lerini izleyip kızmanın ötesinde üzülüyorum.  Ama sinemamız adına asıl üzüntüm büyük bütçelerle komedi diye yapılan büyük rezilliklerin büyük ilgi görmesinedir…



-     Perihan Abla, Mahallenin Muhatarları gibi hala çok sevilen ve uzun soluklu diziler yaptınız. Bu tarz yeni projeler var mı?

Hem bu tarz, hem absürd, hem sit-com, hem müzikal projeler var bende.  Gelgelelim koşullar ve ilişkiler değişmeden yapmaya pek gönlüm yok.

Röportaj: Ece Eliboloğlu

Bu röportaj Dipnot Tablet'in 69. sayısında yayınlanmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder