19 Ağustos 2012 Pazar

Her kütüphane bir cezaevi kapatır

Hem kendiniz hem toplum için bir iyilik yapın, bir kütüphaneyi keşfedin. 48. Kütüphaneler Haftası oradan baktığınızda sizin için bir şey ifade etmiyor olabilir. Ancak kitap ve kütüphanenin önemi de en çok bu haftalarda hatırlanıyor. Bu yıl 48.’si Yapılan Kütüphaneler Haftası’nda Türkiye’nin her yerinde aynı anda kitap okuma etkinlikleri düzenleniyor, yürüyüşler yapılıyor, toplum bilinçlendirilmeye çalışılıyor. Çünkü Türkiye’de her 100 kişiden sadece 4’ü kitap okuyor.

Peki neden kütüphanelere bu kadar uzak bir toplumuz, halk kütüphaneleri neden yaygın değil, kitap okumayı nasıl sevdirebiliriz, üniversitelerde bu konuda hangi çalışmalar yapılıyor? Tüm bunları İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Işıl İlknur Selvi Sert ile konuştuk.

- Küçükken hatırlıyorum Eskişehir'de her mahallede bir kütüphane vardı. Sobalar kurulu sıcacık, eski kitap kokan yerlerde burası. Ne oldu kütüphanelerimize? Neden olması gerektiği gibi her mahallede hiç değilse her semtte bir Halk Kütüphanesi yok?

Halk kütüphanelerimiz tüm halkı kucaklaması gereken, adeta bir eve benzemesi gereken yerler. Bugün özellikle Belediyelerimiz çok güzel halk kütüphaneleri kuruyorlar. Tanıtım eksikliğinden halkımızın buralardan haberi yok. Bazı belediyeler ise hiç kütüphane kurmuyorlar. Halbuki kültürel görevlerinden biri de budur belediyelerin. Hemen her ilçemizde ilçe halk kütüphanelerimiz var ve bunlar Kültür Bakanlığına bağlı yerler oralara yeni yeni mezunlarımız atanıyor ve daha da güzel hale getirecekler ben inanıyorum. Kurulan kütüphaneleri daha çok kullandıralım ki, yenileri kurulsun.

- Varolan yerler yeterli mi sizce?

Tabii ki yeterli değil. Daha da geliştirilmeli, yenileri açılmalı. Bunlar kütüphanecilerin özlük haklarının iyileştirilmesiyle de mümkün kılınabilir. Hele ki en önemlisi halkın baskısıdır. Kim yetkili mercilere gidip “ben kütüphane istiyorum semtime” diye istekte bulunuyor? Arz-Talep meselesidir bu biraz da.

- Neden evimize en yakın halk kütüphanesine gidip üye olmuyoruz? Bizi sınırlayan şey ne?

Kamu binalarının soğuk yüzü bizi oraya gitmekten alıkoyuyor . Bunu bana bugün Okuma Sağanakları: Çocuk isimli ve şu anda Taksim Metrosu Yürüyen Bantlar Sergi alanında bulunan sergi açılışında Atatürk Kitaplığı Müdür Yardımcısı Ramazan Elmas söyledi. Kasımpaşa’da Turabibaba Halk Kütüphanesine  yakın bir kahveye gitmişler. Demişler ki “burada bir kütüphane var, biliyor musunuz?” Ama o kadar yakınlar ki bilmemeleri imkansız. “Bilmiyoruz” demişler. “Gelin size götürelim” demiş Ramazan Bey. Gelmişler kütüphaneye ve ne kadar beğenmişler… Bizi sınırlayan şey gelmemek, uzak durmak. O halde kütüphaneciler olarak o kütüphaneleri biz tanıtacağız. Başka yolu yok.


Şimdi böyle konuştukça aklıma geliyor, ilkokulda da lisede de düzgün bir kütüphanemiz olmadığını hatırlıyorum. Herkes evinden kitap getirsin derler, evimizde ne varsa götürüp koyardık. Bir okul için her şeyi yaptığınızı düşünebilirsiniz. Eğer okulunuzun bir kütüphanesi yoksa hiçbir şey yapmış sayılmazsınız. Okullar da MEB bağlı yerler. Sizce Bakanlık kütüphane konusunda yeteri kadar bilinçli mi?

Kesinlikle bilinçli. Güzel şeylerin olması yakındır. Henüz daha atağa geçmedik. Okul Kütüphanecileri Derneği (OKD) ile çalışmalarımız sürüyor. http://www.okulkutuphanecileri.org/ adresinden bu derneğe ulaşanlara, okul kütüphanesi  kurmak isteyenlere biz de yardımcı olabiliriz. Öğrencilerim de bu konuda seve seve gönüllüler. MEB’e de destek olmamız gerekiyor. En azından belirli noktalarda okul kütüphanelerini geliştirmeden hele de oralara bir Bölüm mezunu kütüphaneci atamasını görmeden bu dünyadan göçmek istemiyorum. En büyük misyonum bir budur bir de Türkiye’ye okuma alışkanlığı kazandıracak grubun bir üyesi olmak. OKD ile bu işe baş koyduk.

- Sizce Türkiye'deki kütüphaneci sayısı yeterli mi?

Yeterli değil. Çok sayıda mezun veriyoruz ama hepsi atanamıyor. Okul kütüphanelerinde, halk kütüphanelerinde BBY mezunlarının çalışmasını istiyoruz. İşin ehil ellere bırakılmasını istiyoruz. Bütün mücadelemiz bunun içindir. Türk Kütüphaneciler Derneği, tüm şubeleriyle ve genel merkeziyle özellikle İstanbul Şubesiyle bu işe kendini adamıştır. BBY Bölümlerinden tüm hocalarımız konu hakkında görüşler bildirmişler, destekler vermişlerdir. Biz kütüphanecilik, arşivcilik, bilgi ve belge yönetimi camiası olarak biraraya gelirsek bu sorunların üstesinden geleceğiz. Halkımız da bize destek olacak ve okuyan Türkiye imajına kavuşacağız. Bunun da başka yolu yok.

- Çok çok üzücü bir durum var. Benim tanıdığım çok kültürlü, bilgi birikimi olan insanlar dahi kütüphanecilik eğitimini ve kütüphaneciliği önemsemeyebiliyor. Oysa yurtdışında kütüphanecilik en önemli ve saygıdeğer meslekler arasında gösteriliyor. Nerede yanlış yapılıyor? Bu düşüncenin düzeltilmesi için neler yapılabilir?

Demin de dediğim gibi beraber hareket etmek şart. Bizim mesleğimizde herkes ayrı ayrı o kadar güzel işler yapıyor ki… Anadolu’daki Kültür Bakanlığına bağlı halk kütüphanelerinde de, belediye kütüphanelerinde de çocuklara yönelik öyle güzel çalışmalar var ki… İş gelip tanıtım eksikliğine dayanıyor. Kampanyalar, etkinlikler yapmalı ve sizin gibi değerli medya mensuplarıyla bunları paylaşmalıyız. Eski mezunlarımız mesleğimizin çok çilesini çekti. Onları saygıyla anıyorum. Onlar bir temel hazırladılar genç kütüphanecilere. Tanıtımı yapacaklar ise genç kütüphanecilerdir. Sosyal Medyayı kullanarak üye kazanmaları, etkinlik duyurusu yapmaları onlar için çok kolay. Sosyal medyayı doğru kullanarak zaten var olan güzel hizmetleri tanıtmamız şarttır bence…

-  Yine ne kadar üzücüdür ki dünyanın en uzun süredir yayımlanan İngilizce genel kültür ansiklopedisi Britannica bundan sonra basılmayacak. 15 senedir iyiden iyiye yok olan ansiklopedi kültürü tamamen bitiyor. Biz nasıl böyle bir dünya olduk. Bunun tek sorumlusu sizce internet mi?

Hayatımızda internet olmasaydı başka bir ortam olacaktı. Binlerce yıl once kil tabletler vardı şimdi yoklar. Papirüsler vardı şimdi yoklar. Bu dönüşümden korkmamak gerekli. Elbette ki  bu yüzyıl içinde bu büyük dönüşüm gerçekleşecek.  Olmadı bir sonraki yüzyılda…Türk Kütüphaneciler Derneği İstanbul Şubesi tarafından büyük emekle düzenlenen İstanbul’daki kütüphane haftası açılışımızda Prof. Dr. Talat S. Halman bu konuya o kadar güzel değindi ki…  E-kitap diyorlar, buradaki e harfine elektronik yerine elveda-kitap mı demeliyiz diye o kadar güzel sorular sordurdu ki bize… Sonucu ezeli-kitap ve ebedi-kitaba bağladı. Onu onaylamamak elde değil. Kitap hep var olacak. Şekil önemli değil. Şu an bir dönüşüm zamanındayız ve ikisi de beraber yer alacak hem raflarımızda hem kindle larımızda. Bu kaçınılmaz. Okuma eylemi hep olacak araçlar değişse de… Ben kitabın değişmesini istemeyenlerdenim. İkisi birarada olsun diyenlerdenim. Ama dünya hızla değişiyor ve bizim düşüncelerimize bakmıyor…. Değişime direnemezsiniz.

- Kütüphanelere yapılan bu bilinçsiz şiddet nasıl önlenecek? Meclis'ten birileri ile irtibata geçip bu yönde bir çalışma yapılmasını istemeyi düşünüyor musunuz?

Bu bir savaş değil bence.. Dediğim gibi, kitap ve e-kitap birlikte var olacak uzun sure. Biz bilgi ve belge yöneticileri olarak, kütüphaneciler ve arşivciler olarak nasıl bir strateji izlemeliyiz bunu belirlememiz önemli. Yurtdışındaki kütüphanecilik forumlarında bunlar görüşülüyor. Kimse henüz bu stratejiyi tam olarak belirleyemedi. Tam bir geçiş aşamasındayız.  Meclis ile Türk Kütüphaneciler Derneği Genel Başkanımız Ali Fuat Kartal sayesinde her daim irtibat  halindeyiz. Kendisi Meclis Kütüphanesi’nde uzman kütüphaneci olduğu için Milletvekillerimizle de devamlı görüşme halinde. Yoğun bir çabası var. Takdir etmemek mümkün değil. Ancak bu işler 1-2 kişiyle olmuyor. Halk desteğini almazsak nereye kadar 1-2 kişiyle gidebiliriz ki? Bunun için de tanıtım şart.

- Son olarak pek bilinmeyen gözde üniversitelerimizde bulunan çağdaş kütüphanciler ve arşivciler yetiştiren Bilgi ve Belge Yönetimi bölümünü, hiç tanımayanlar için bir kaç cümle ile anlatabilir misiniz? Yeni başlayacak gençler bu bölümü neden tercih etsin?

İstanbul Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, en eski Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümlerine sahip üniversitelerimiz. Buralarda yetişen öğretim üyeleri, Kastamonu Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi  gibi üniversitelerimizde mesleğimizi genç nesillere sevdirmek üzere kadrolarını kuruyorlar. Kıbrıs’ta Yakındoğu Üniversitesi’nde de varız.   Atatürk Üniversitesi  gibi bölümü nispeten yeni kurmuş ve öğrenci alan; Kastamonu Üniversitesi gibi  Bölümü kuran ama henüz öğrenci almayan üniversitelerimiz de var. Her biri birbirinden değerli hocalarımızın olduğu bölümler bunlar.

Yeni başlayan öğrencilerime hep söylediğim bir şey vardır: bu bölümü bitirip iyi bir yere gelmek istiyorsanız bilgisayar ve yabancı dil seviyenizi yükseltecek çalışmalar yapmalısınız. E-kitap gibi tehditlere rağmen bölümümüz çok önemli ve değerli. Kimi zaman tehditler fırsata dönüşebilir. Bu geçiş sürecini akıllıca kullanacak mezunlarımızla, yeni başlayacak öğrencilerimize bir umut olmayı hedefliyoruz. Değerli hocalarım da bu konuda benimle hemfikirdir diye düşünüyorum. Bilgi Okuryazarlığı, Yaşamboyu öğrenme etkinlikleri gibi önemli çalışmalar kütüphane olmadan yapılamaz. Kütüphane olmadan bilgi toplumu olunmaz. Bizler rehberiz. O google denizinde boğulmamanız için birer can simidiyiz. Doğru, güvenilir ve gerçek bilgiye kütüphanecilerle, arşivcilerle ulaşabilirsiniz. Biz de onları yetiştiriyoruz. “Bilgi güçtür” diyen bir Türkiye için çalışıyoruz ve çalışacağız.

Röportaj: Ece Eliboloğlu

Bu röportaj Dipnot Tablet'te yayınlanmıştır. 

Survivor'un Mahrem Sırları! Merve Oflaz Dipnot Tablet'te açıkladı


O Survivor yarışmasının Amazonu…Merve Oflaz geçtiğimiz sezon tüm rakiplerini geride bırakarak birinci olup 500 bin TL’lik ödülü kazandı. Yarışmadan sonra televizyon dünyasına hızlı bir giriş yapan Merve Oflaz en son Muhteşem Yüzyıl isimli dizide rol aldı. Dipnot tabletin bu sayısında Panama’daki ıssız Mogo Mogo ve Pachea adalarındaki zorlu şartları ve tüm merak edilenleri bizler için yanıtladı.

 


•Öncelikle Merve Hanım ne kadar oldu Survior’dan ayrılalı? 

Tam olarak 11 ay oldu.Neredeyse 1 sene geçtiğine hala inanamıyorum.


•Ada ile başlayalım. Bizim izlediğimiz kadarıyla oldukça zor şartların yaşandığı bir  yer. Nasıl adapte oldunuz oraya? İlk günler nasıl geçti? 

İlk gunler şok içerisindeydik. Her şeyi yadırgıyordum. Yattığımız yerden, yiyemediğiniz yemeklere kadar, her şey çok zordu. Ama emin olun insan mecbur kaldığı zaman her şeye adapte olabiliyor ve mücadele edebiliyor. 1 haftadan sonra sanki hep orda yaşamış gibi hissetmeye basladık. 

•Ada gerçekten ıssız mı? Belli bir bölgesinde yaşam var mı? 

Survivor’in cekildigi adalar ,mutlaka ıssızdır. Zaten herhangi bir bölgesinde  yasam olsa kendinizi otomatik olarak huzurlu hissedersiniz ki bu da Survivor’ın  doğasına aykırıdır. Orda bir şeyin olmadığını bilmek hiç bir yere kaçamayacağınızı biliyor  olma düşüncesi bile yeterince korkutucu sanırım. 


•Adaya gitmeden önce size bir eğitim ya da bilgilendirme toplantısı yapıldı mı?  İşte bunu asla yemeyin, geceleri şu şekilde davranın, şu tür hayvanlara dikkat  edin gibi? 

Evet, adaya gitmeden önce mutlaka bir toplantı olur. Ormanın derinliklerine girmediğiniz sürece aşırı dikkat etmeniz gereken bir hayvan mevcut  değildir. Bilmediğimiz bir meyve ya da herhangi bir bitkiyi yemeden once yetkililere  göstermemiz gerekiyordu. Her zaman zehirli olmak riski taşıyorlardı çünkü.  

•Bizim izlediklerimiz dışında adada bir gününüz nasıl geçiyordu? 

Sizin izledikleriniz dışında bütün gün yemek arayışında ve uyuyarak  geciyordu. Anormal açlık sizde fazla güç bırakmıyor ve devamlı uyumak  istiyorsunuz. Geceleri de sinekler ve rahatsız edici yengeçler yüzünden fazla  uyunamadığı için gündüzler genelde  yarişma olmadığı günler uyuyarak  geçiyordu. 

•Bize gösterilmeyen ama duyduğumuzda çok şaşıracağımız anlar yaşanıyor  muydu? Adada insanı en çok ne zorluyor? 

Açlik,yeterli uyku alamamak,sinekler...Bunlar sanırım yasamı en çok zorlaştıran  faktörlerdi. 

•Adada ne yiyip ne içiyordunuz? Şuanda da örneğin “Ünlüler ve gönüllüler”  adasının en büyük sıkıntısı yemek gibi gözüküyor. 

İçme suyu veriliyordu. Onun dışında kızlar olarak balık tutamadığımız için  hindistan cevizi yiyerek gecirdik. Normal olarak şimdiki Survivor’da da açlık en büyük  dert ama zaten Survivor’ın başlıca olayı bu.  

•Devamlı  hindistan cevizi ile mi beslendiniz?

 Devamli....1 ay boyunca... 

•Bu sezon örneğin ünlüler muz buldular. Siz herhangi bir meyve  keşfetmişmiydiniz? 

Hayır. Onlar Dominik’te oldukları için cok farklı meyveler var sanırım. Biz de bu  tip şeyler mevcut değildi.. 

•Açlıktan hastalanan olmuyor muydu? Dışarıdan size hiç yiyecek getirilmiyor  muydu? 

Tansiyonum 6’ya 4 e kadar düstüğünü hatırlıyorum.Tabi ki asla dışarıdan  yiyecek verilmiyordu. Sadece ödül oyunlarında kazanılan az miktarda ödül  yemekleri...

•Su ihtiyacınızı nasıl karşılıyordunuz? İçme suyu var mıydı?

Verilen tek sey suydu.Adada bir su kaynağı olmadığı icin içme suyumuz  veriliyordu. 

•Adaya kaç kilo gitmiştiniz? Kaç kilo döndünüz?

50 kilo gitmiştim döndüğümde 43 kiloydum. Kızlar daha az kilo verir ,erkekler  15 kiloya yakın vermişlerdi. 


•Örneğin bu sezonun en çok konuşulan yarışmacılarından Taner ne bulsa yiyiyor.  Sonuçta bilmediği belki de normal yaşantısında hiç yemediği şeyler. Zehirlenme  ihtimali çok yüksek. Zehirlense ve ölse bu durumda ne olabilir? Bu konu ile ilgili  bir sözleşme imzalamış mıydınız?  

Zehirlenmemek icin mutlaka paramediclere bulduklarını gösteriyordur. Onların  izin vermediği bir şeyi yiyemez. Dolayısıyla böyle bir ihtimal yok. Fakat herhangi  bir şanssız durumda sorumluluğu elbette üzerimize alarak gidiyoruz. 


•Benim ve aslında birçok kadının merak ettiği iki soruyu sormak istiyorum.  Epilasyon sorununu nasıl halletiniz?  

Benim icin pek sıkıntı olmadı çünkü zaten epilasyonluydum. Diger kızların da  çıktı. Fakat emin olun bronzluk ve kameranın kör noktası olduğu için pürüssüz  gözüküyoruz. 

•Kadınlar için belki de en çok zorluk yaşayacağı konu regly. Bu sorun için nasıl bir  çözüm buldunuz? 

Survivor’da kimsenin bilmediği enteresan bir durum vardır. Genelde vücut kötü  şartlara karşı defansa geçtigi için yüzde doksan regly olunmaz. Ben olmadım, olan 1-2  arkadaşımın da 2 gün sürdü. 

•Tuvalet ihtiyaçlarınızı nasıl giderdiniz?   

Tuvalet tabi ki istediğiniz her yer. Özel bi tuvalet soz konusu degil. Emin olun bir  adada tuvalet olarak kullanabileceğiniz çok yer mevcut.  

•Adada özel olarak belirlediğiniz bir yer var mıydı?

 Evet belirlemiştik belli bir nokta.
  
•Yanınızda neler götürmenize izin verilmişti? Bavulunuzda neler vardı?

Siz götürmüyorsunuz, bavul ekipte duruyor. Onlar adaya giderken sizin giyeceklerinizi kendileri seçip icinden çıkarıp sırt çantanıza koyup veriyorlar. Bir  bikini , iki short, iki tshirt, terlik, spor ayakkabı, bir çift çorap

•Gelelim böceklere…  Onlara nasıl alıştınız? 

Böcekler asla zarar vermiyor. Onlar en masum hayvanlar. Hemen alışıyorsunuz. 

•Ne türde vahşi hayvanlar vardı? Onlardan nasıl korunuyordunuz? 

Tahmin edildigi gibi korkunc vahsi hayvanlar yok.Sadece sürüngenler mevcut  onlar da ormanın derinliklerinde ve siz hayvanları rahatsız etmezseniz onlar da  sizi etmezler. Iguana,kocaman yengeçler, yılanlar, akrepler mevcuttu. Denizdeki vatoslarda oldukça tehlikeliydi. 


•Adanın zorlu şartlarına dayanamayıp gitmek isteyenler oluyor muydu? Bu  durumda neler yaşıyordunuz? 

Evet bazen özellikle kızlardan gitmek isteyen oluyordu. O zaman da oy birligi ile eleniyorlardı. 

•Aile ve sevdikleri dışında insan adada en çok neyi özlüyor ne yapmayı özlüyor?

En basit insani ihtiyaclarını tabiki; yatak,derin bir uyku,normal bir yemek,temizlik... 

•İlerde torunlarınıza bile anlatabileceğiniz orda yaşadığınız en zor an neydi? 

Fırtınaya yakalanmıştık okyanusta o cok korkutucuydu.Cok korkmuştum.Ve  yağmur yağdığı zaman ıslak kıyafetlerle uyumaya çalışmak.  

•Hep bir geyik vardır. Issız Adaya gidildiğinde yanınıza ne alırsınız sorusu J Size  tecrübeli biri olarak sormak istiyorum. Issız bir adaya gidecek olsak yanımıza  alacağımız 3 şey ne olmalı? 

Mutlaka ateş yakmak için bir çakmak, kesici herhangi bir alet...Bu ikisi varsa  yasamak için yeterli...3. ise su keyfi olur :) Bize sormayın bence bunu. Biz cok basit şeylerle yasayabiliriz artık :) 


•Hayatınızda neler değişti? 

Her şey diyebilirim. Önceki mesleğime devam etmiyorum. Tv onunde iş yapmaya  basladım. Bu da özgürlüğümü biraz kısıtladı. Dışarıda herkes tarafindan tanınmak  garip bakışlar bazen cok rahatsız edici olabiliyor. 

•Bundan sonraki hedefleriniz neler?  

Tv’de kamera önüne yakıştığımı düşünüyorum. En büyük hedefim Survivor’da 1.  Olmaktı. bunu basardim.Bundan sonra tv’de gelebilecek iyi projelerde her zaman yer alabilirim.Her şeyi zaman gösterecek.  

Röportaj: Ece Eliboloğlu


Bu röportaj Dipnot Tablet'te yayınlanmıştır. 

Barbie’nin fendi Kel Kayu’yu yendi





Kayu kelimesini ilk kez komşumuzun 5 yaşındaki kızından duyduğumda önce anlamamıştım. 23 Nisan’da Başkakan Recep Tayyip Erdoğan da Kayu’yu çok sevdiğini söyleyince artık benim de Kayu ile tanışmam gerektiği kanaatine vardım.



Meğer Kayu 3-8 yaş arası çocuklar arasında pek popüler. Oyuncakları, yatak örtüleri, oyunları, kırtasiye malzemeleri gibi geniş bir yelpaze de satılan pek çok ürünü var. Anlayacağınız Kel kafalı tonbik Kayu’nun fendi bizim çocukluğumuzun fenomeni Barbie’yi yendi. 

Kayu, yazar Christine L'Heureux ve çizer Hélène Desputaux'un kitaplarından televizyona uyarlanan Kanada yapımı bir çizgi film olarak arena yerini alması ile tüm dünyada çocuklar arasında yeni bir kahramana dönüşmüş.



Peki Kim bu Kayu?

Caillou ya da Türkçe okunuşu ile Kayu kel kafalı sevimli, boncuk gözlü bir çocuk. Aslında eskiden pazarlarda satılan plastik kel bebeklere benziyor. Bir hastalık geçirdiği için saçları çıkmıyor. Ama o bu hali ile çok barışık ve mutlu bir çocuk. Annesi, babası, kız kardeşi, büyük babası ve annesi ile birlikte yaşıyor. Kendine özgü bir tarzı var. Genellikle kırmızı yakalı sarı tişört, mavi bir şort ve yine tişörtüne uygun sarı çorap ile kırmızı ayakkabı giyiyor.

Film de 4 yaşındaki bir erkek çocuğun insanlarla ilişkilerini ve günlük yaşamını konu alıyor. Orijinal dili Fransızca.  Ama  farklı dillere çevrilerek şimdiye kadar Amerika'dan Almanya'ya, İngiltere'den, Dubai'ye, Hindistan'dan Türkiye'ye kadar pek çok ülkede yayımlanmaya devam ediyor.

Kayu, Fransızca’da "çakıl taşı" anlamına geliyor.  

Peki bu kayu çocuklar arasında neden çok seviliyor?

Geçtiğimiz günlerde Isparta Gönen Anadolu Öğretmen Lisesi öğrencileri, çizgi film karakterlerinin çocuklar üzerindeki etkilerini incelemek amacıyla bir araştırma yaptı.
3-6 yaş grubu 100 öğrenciye, 100 veliye ve 12 öğretmene uygulanan çalışma sonrasında 'Çizgi film karakteri olmak ister misin?' sorusuna, ankete katılan yüz çocuktan 88'i 'evet', 12'si de 'hayır' cevabını verdi.
Çizgi film kahramanı olmak isteyen 88 çocuktan 34'ü Caillou, 30'u Ben10, 13'ü Barbie, 3'ü Bakugan, 2'si Örümcek Adam karakteri olmak istediğini söyledi.
Peki nasıl oluyor da yılların Örümcek Adamı’nı ya da kızların bir numaralı oyuncağı Barbie bebekleri bir anda bir kenara itip birinci sıraya yükseliyor? Bir kere Kayu herhangi bir şiddet öğesi içermiyor.  Kavga, dövüş, kahramanlık ya da masalsı hiçbir tema yok. Kayu’nun temel özelliği aile içi ilişkileri işlemesi. Senaryosu oldukça başarılı. Kayu’nun hayatı herkesin küçükken yaşadıklarının bir özeti, çocuklara da yabancı gelmiyor. Anne ve babasının söylediklerini Kayu’nun anne ve babası da Kayu’ya söylüyor. Böylece çocuklar Kayu ile çocuklar arasında bir empati kurulması sağlanıyor.   Kullandığı dil çocukların kolayca kavrayabildiği akılda kalan kelimelerden oluşuyor.


Kayu ürünleri  ise şimdiden kendi içinde bir pazar oluşturmuş durumda: 
Caillou bisikletleri, Caillou Halıları, Caillou Nevresimleri, Caillou Battaniyeleri, Caillou Masaları, Caillou Boya Kalemleri, Caillou Kalem Kutuları, Caillou Şemşiyeleri, Caillou Sulukları, Caillou Bebekleri, Caillou Kitapları, Caillou Tekstil Ürünleri, Caillou Çantaları, Caillou Müzik Albümü, Caillou Yazı Tahtası, Caillou Kamp Sandalyesi....




 Bu yazı Dipnot Tablet'te yayınlanmıştır. 

DUYDUK DUYMADIK DEMEYİN TÜRKLER DE PLANKING’E EL ATTI



Akan Kara 34 yaşında bir bilgisayar yazılım mühendisi. Evli ve 3 ay sonra ikiz çocuk sahibi olacak. Bizim onunla bu röportaj gerçekleştirmemizin sebebi ise son zamanların en popüler eğlencesi olan Planking çılgınlığını Türkiye’de başlatan ve yapan ilk Türk olması.

   
Hiç bilmeyenler için ‘Planking’ nedir?  

Planking’i kısaca tanımlamak gerekirse; yere paralel, yüzüstü uzanarak gerçekleştirilen bir aktivite olarak açıklayabiliriz. Yalnız bu aktivitenin yapılması sırasında dikkat edilmesi gereken bir kaç husus bulunmaktadır; bunların başında ellerin vücuda bitişik olması, yüzün yere doğru bakması ve vücudun bir kalas gibi sabit durması gerekmekte.


Peki bu Planking’in çıkış noktası neresi? Yani ilk nerede kimler yapmaya başlıyor? Atası kim bu aktiviteyi yapanların?

Planking dünya çapında yayılması çok hızlı gerçekleştiğinden bu soruya net bir cevap vermem mümkün değil. Fakat Planking’in dünya genelinde yaygınlaşmasına sebep olan ve ilk Planking çılgınlığının başladığı ülke olarak Avustralya’yı saymamız mümkün.

En çok kimler yapıyor?   

Eğlenceden keyif alan ve sıradan yaşama bir şekilde farklı açıdan yaklaşmak isteyen herkesin yaptığını söylemem mümkün.
Siz ne zamandır ‘Planking’ yapıyorsunuz?

Yaklaşık olarak 10 gün civarında yaptığımı söyleyebilirim.

 İlk denemenizi nerede yapmıştınız?

İlk Planking’imi iş yerinde gerçekleştirmiştim.

Amacınız ne?

Plank = Kalas (Türkçesi),... Yapılma amacı; İnsanlığı hiçe sayan, doğayı katleden ve insana hiçbir şekilde değer vermeyenlere bir şekilde mesaj aktarma çeşidi... Normalde plank yapılma alanı kamu alanları içerisi, fakat biz kamu alanlarını hedef almayarak sadece değişik mekânlarda birazda eğlence maksatlı yapmayı planlamaktayız.

Ben biraz amacı anlamakta zorlanıyorum aslında. Bir insan bir şeye dikkat çekmek ya da başkalarının yaptığı gibi eğlenmek için neden yüzüstü bir yerlere yatar?

Amacı kısaca şöyle aktarabilirim; Biliyorsunuz ki her insanın kendini ifade etme şekli farklıdır. Bizim yapmak istediğimiz ise iletişim kanallarının giderek sınırlandırıldığı dünyada vücudun tepkisiz kalarak çevre ve insanlık adına bir tepki mesajı yaratmasıdır. Tabi bunu sağlamak için sayımızın fazla olması ve de bizleri birilerinin görmesi gerekmektedir. Günümüz koşullarında daha önce yapılmamış ve de düşünülemeyecek bir şekilde bir ifade şekli olması sebebiyle eğlence boyutunu da yakaladığı inancındayım.

Siz ilk nerde gördünüz?

Tabi ki internet vasıtasıyla.

 ‘Planking’ yapmaya nasıl başladınız?
Açık söylemem gerekirse, mesleki açıdan internetin hep faydalı bir şekilde nasıl kullanabileceğimi düşündüğümden dolayı Planking’i neden ülkemizde başlatmayalım düşüncesiyle profilimde grubu oluşturarak fotoğraflarımı yayınladım. Olumlu tepkiler sonrasında diğer arkadaşlarımın da katılımıyla bir hafta içerisinde sayımız binlere ulaştı.

Toplam Türkiye’de bu işi yapan kaç kişisiniz?

Şu an sosyal paylaşım sitesinde ki grubumuz 1000 kişiden oluşmakta. Yalnız biliyorsunuz ki grubumuz şuan kapalı bir grup, arkadaşlar kendi arkadaşlarını davet edebiliyor. Ya da grubumuza katılma isteği gönderebiliyorlar. Türkiye genelinde şuana kadar çok farklı bölgelerden gruba katılma talepleri geldi, bu arkadaşlarımızda şuan grubumuzda yer almakta.

Arkadaşlarım ile zaman zaman toplanarak farklı planging denemelerimiz bulunmakta.
Ne tür etkinlikler yapıyorsunuz?

Genelde doğa için Planking denemelerimiz bulunuyor, tabii ön planda denemelerimizde güvenliği elden bırakmamaya çalışmaktayız. Ne de olsa amacımız ne doğaya nede insana zarar vermek.

Daha çok hangi meslek grupları yapıyor, yaş ortalamaları kaç?

Ben şunu söyleyebilirim ki yaş veya meslek sınırı yok, mesela bizim grubumuzda 4 yaşında olan minik bir Planking’çimiz mevcut. Zaten insanlar amacımızı bir şekilde anladıkları zaman sınır tanımadan Planking yapmaya çalışıyorlar.

Daha çok erkekler mi yapıyor kızlar arasında yapanlar da var mı?

Şu ana kadar böyle bir farklılık hissetmedim, kızlar ve erkekler eşit yapıyor diyebilirim.

 Şu anda artık bu duyuldu. Hemen herkes deniyor. Herkesin denemesi tehlikeli değil mi?

Bence değil; amacımız doğa ve insanlık adına sessiz bir tepki oluşturarak mesaj vermekse tehlikeli olduğuna inanmıyorum. Sadece yapılacak Planking denemesini güvenli bir ortamda gerçekleştirmenin sağlıklı olacağı inancındayım.

Bunun maddi olarak bir kazancı var mı yoksa tamamen hobi mi?
Tamamıyla hobi, kazancımız sadece doğanın korunmasına yönelik farkındalık olabilir.

Avustralya'da polis arabası üstüne uzanan Avustralyalı genç geçtiğimiz gün tutuklandı. Siz bu tarz olaylarla karşılaşıyor musunuz?

Bizim amacımız bahsettiğim gibi Planking’i kamu alanlarında değilde , eğlenme maksatlı gerçekleştirmemiz. Avustralya’da yapılmış olan plankinglerin bir çoğu kamu alanında gerçekleştirilmekte, bu sebepten dolayı farklı durumlarla karşılaşmaları olası. Fakat bizim başımıza böyle bir olayın gelmesi şuan için mümkün görünmüyor.

İşi gücü kariyeri olan insanlar neden bununla uğraşır. Çevreniz tarafından ciddiye alınmama ya da dalga geçilme durumu olmuyor mu?

Bence işi gücü olanlar bu konuya daha sıkı bağlı , sonuçta çevreye yada yaşama olup biten tüm olayların farkındalar ve eminim ki herkesin içinde birilerine karşı göstermek istedikleri bir tepki var ama gösteremiyorlar, bu yüzden hafif bir tebessüm olsa da ciddiye alınmama yada dalga geçme olayının olduğunu sanmıyorum.


Hiç kaza geçirdiniz mi? Ya da etrafınızda kaza geçiren birileri oldu mu?

Şu ana kadar duyduğum herhangi bir olay olmadı, umarım ne ben nede çevremde hiç kimse bir kazaya sebep olmaz.

Siz şimdiye kadar nerelerde Planking yaptınız?
Genelde doğa ortamlarını tercih ettiğimiz bölgeler diyebilirim.

Siz Planking yaparken hiç korku yaşamıyor musunuz?
Güvenli alanda Planking yaptığımızdan dolayı korku yaşamadığımı belirtebilirim.

Planking yaparken neler hissediyorsunuz?
Kendimi ifade ettiğim için keyif alıyorum,…

Bunu yaparken en çok dikkat edilmesi gereken hususlar neler?
Kişisel veya fiziksel özelliklerimizi göz ardı etmeden, etrafımıza ve kendimize zarar gelmeyecek bir şekilde Planking yapılması diyebiliriz.

Örneğin uzanılan alan ne kadar önemli?

Tamamiyle kişinin yaratıcılığına kaldığına inanıyorum, amaç planking’in sadece farklı olması.


Geçtiğimiz günlerde Planking yaparken bir kişi hayatını kaybetti. Sizce o nerede yanlış yaptı?
Daha öncede belirttiğim gibi önceliğimiz güvenli alanda Planking yapmaktır. Avustralya’da meydana gelen olayda ise apartmanın 7. katındaki balkon korkuluğu üzerinde yapılan bir deneme ölümle sonuçlanmıştı. Umuyorum ki dünyanın hiçbir köşesinde böyle bir olayla bir daha karşılaşılmaz.


 ‘Kesinlikle planking yapılmaması gerekenler yerler neresi?

Tehlikenin oluşabileceği her yer diyebilirim.

Sizin nerde Planking yapmamnın hayalini kuruyorsunuz?
Peri bacalarının tepesinde…

Şimdiye kadar yaptığınız en çılgın planking denemesi neredeydi?

Şu an aklıma gelen en çılgın planking denemesi basket potası üzerindeki denememizdi.

Planking rekabete dönüşürse tehlike artmayacak mı? Bunun sınırı nedir?
Amacı ortak olan bir durum söz konusu, bu yüzden rekabet ortamı oluşabileceğini sanmıyorum.

Ne olacak peki gelecekte Planking ile ilgili planlarınız neler?

Henüz çok yeni bir grubuz, insanlara ne yapmak istediğimiz ve amacımızın ne olduğunu açıklamak konusunda çaba sarfediyoruz ve eğlendiğimiz sürece de bunu sürdürmek istiyoruz.

Ne olacak bir moda gibi gelip geçecek mi?
Muhtemelen her şeyin bir modası veya süresi olduğu gibi gelip geçecektir, sonuçta gelip geçicide olsa içimizde bulunan tepki her dönem farklı şekillerde elbet ortaya çıkacaktır.

Son olarak Planking’i merak eden ve yapmaya heveslenen gençlere ne tavsiye edersiniz?

Öncelikle güvenli ortamlarda Planking yapmalarını ve keyif almalarını tavsiye ediyorum. Unutmasınlar ki, yaptıkları anlamsız yere uzanmak değilde, sessiz bir mesaj biçimidir…İnsanlar keyif almak ve yaşam tarzındaki monotonluğu azda olsa ortadan kaldırmak için Planking yapmalı.

Röportaj: Ece Eliboloğlu

Bu röportaj Dipnot Tablet'te yayınlanmıştır. 

DOKTOR BENİ BAŞTAN YARAT!





Kadınlar en çok Andriana Lima’nın dudaklarına, Kelly Borok’un göğüslerine, Jeneffer Lopez’in kalçalarına, Beren Saat’in burnuna, Ebru Gündeş’in kaşlarına sahip olmak istiyor. Onları ne ekonomik kriz durdurabiliyor ne de zamlar… Sanatçısından memuruna, öğrencisinden ev hanıma hatta başörtülüsüne kadar kadınlar estetiği seviyor ve güzel olmak uğruna bıçak altına yatıyor. Hatta estetik öyle bir çılgınlık haline dönüştü ki kadınlar için artık olmaz diye bir kelime yok. Kalçalarına ve yanaklarına gamze yaptırıyor, ayak parmaklarını kestirip ince bir görünümlü bir ayağa sahip oluyorlar. Operatör Doktor Hasan Fındık estetik hakkında en çok merak edilen noktaları anlattı: 


- Bir 4 yıl önce ‘gamze estetiği’ trend olmuştu. Ne oldu gamze estetiği yaptırmak isteyenler hala var mı? 

Gamze estetiği isteyenler tabi ki hala var ve aynı zamanda sayıları da bu geçen süre içerisinde artmıştır. Bu artışın nedeni gamze yapılabildiğinin daha geniş kitleler tarafindan bilinmesi, Sonuçların beğenilmesi olabilir. Yüzde yapılan gamze bölgelerinde birinciliği yanak alırken 2. sırada çene gelmektedir. Vücuttaki gamze lokalizasyonunda ise istenen yegane bölge popo üzerindeki bel bölgesidir. 


- Şimdi ise yeni trendin kadınların ayaklarının daha estetik görünmesi içinyaptırdıkları parmak kestirme ameliyatı. Sizce artık kadınlar saçmalamaya başlamadımı? Siz bu estetiği doğru buluyor musunuz? 

Bu tür operasyonları biraz absürd buluyorum. Tamamen estetik amaçlı olarak yapılan parmak kestirme veya kaburga kemiğinin çıkarılması gibi işlemleri doğru bulmuyor ve yapmıyorum tabi ki ama doğumsal nedenlerden dolayı şekil bozukluğu varsa veya parmak sayısı fazla ise durum değisir tabi.


- Amaç nedir, bu ameliyattan sonra denge problem oluşmaz mı? 

Ayaktaki 4. parmak yani ayak yüzük parmağı denge üzerine pek etkili değildir, dolayısıyla denge problemi oluşmaz, aslına bakarsanız ayağın operasyondan sonra 4 parmaklı olduğu da kolay anlaşılmaz. 



- Gençler üzerinde estetik neden bu kadar yaygın? Herkes güzel olmak zorunda mı, sizce medya insanları bu yönde yanlış yönlendiriyor olabilir mi? 

Bu sadece gençlerin değil her yaşın isteği aslında. Güzel olmak, kendini iyi hissetmek, kendini beğenmek, birlikte yasadığınız insanların sizi etkileyici, çekici bulmaları hem her yaşın hem de her iki cinsin ortak isteği. İşin daha da temeline girersek bunun içgüdüsel bir dürtü olduğu, bebeklerin ve hatta tüm canlıların özünde güzel olma isteği vardır ve bu da doğaldır. Hayvanlarda böceklerde vb tüm canlılarda güzel olmayan rekabet edemez ve doğal seleksiyona Uğrar, yok olur gider. Medyanın tabi ki bu konuda etkisi vardır. Özellikle küçük yaştaki kişileri özendiriyor olabilir ama bunu spesifik olarak medya üzerinden konuşmak da bence doğru değil, sizce moda medyadan daha mi az özendirici örneğin... 


-Size en çok ne ameliyatı yaptırmaya geliyorlar? Estetikte trendler neye görebelirleniyor? 

Esthetic operasyonların sıklığı klasik olarak : Burun, meme estetiği, vücut şekillendirme, yüz gençleştirme işlemleri olarak söylenebilir. Trend biraz moda ile biraz da popülar kişilerin özellikleri ile değisiyor gibi. Ayrıca yapılabilen operasyon tekniklerinin gelişmesi de trendi oluşturuyor (Örneğin çarpık bacakları düzeltmek için bacak silikonu kullanılması) 


- 2011’de kadınlar ve erkekler en çok kim olmak istediler? 

Herkesin aklında bir Adriana Lima var tabi ki :) İşin şakası bi yana artık şuna benzemek istiyorum diyenlerin sayısı pek fazla değil. Zaten bu birine benzeme isteği genç yaştakilerin isteğiydi genelde. Yaş biraz daha artınca beklentiler ve istekler de daha öznel ve gerçekçi oluyor. 


- İdeal popo olarak hep Latin poposu gösterilir. Bu doğru mudur? Güzel popo nasıl olur? 

İdeal popo aslında Latin poposu değil Afro-Latin poposudur. Latin poposu vücuda göre daha irice ve geniş bir popo olarak düşünülebilir ama Afrika ve Latin ırkın karışımından organs çıkan Afro-Latin ırkın popoları daha ideale yakındır. Bu tip popo yapısı, dar, arkaya doğru çıkıntılı yuvarlak hatlı, bel kavsinin belirgin olduğu,diri bir popo yapısıdır. 

- Fransa'da meme protezi üreticisi Poly Implant Prothese firmasının, protezlerin içine tıpta kullanılan yerine sanayi tipi koyarak bir üretim sahtekârlığına imza atması,sadece bu ülkede değil, bunu kullanan kadınların yaşadığı farklı ülkelerde de paniğe yol açtı. Ve Fransa’daki slikon paniği Türkiye’ye de sıçradı. Şimdi birçok silikonlu kadının aklında da soru işareti oluştu. Nereden anlanır silikonun kalitesi? 

Tabi ki meme büyütme işlemini düşünen kişiler silikonun kalitesini bilemezler. Burada önemli olan bence, FDA onayı gibi belgelerin aranılması olacaktır. 


- Mevsime göre estetik var mı? Bunlar neler? 

Aslında mevsime gore esthetic yoktur ama yaz öncesi bedene yönelik operasyonlar artar; örneğin meme operasyonları, selülit gidermeye yönelik işlemler, vücut şekillendirme ve liposuction, bacak estetiği gibi.. Bunun nedeni de yazın vücut hatlarının daha kolay farkedilmesidir. 


- Siz cerrah olarak güzel kadını nasıl tanımlıyorsunuz? 

Vücudun bölümleri ve yüzü genel olarak birbiriyle uyumlu, orantılı ve gülümseyen bir ifade güzeldir. 

- Estetik yaptırmaya gelenleri yaptırmamaya ikna ettiğiniz oluyor mu? 

Eğer gerek yok ise, yapılacak işlemler pek bir işe yaramayacak ve dolayısıyla mutsuz edecek ise, istekleri gercekçi değilse, operasyona çok anlam yüklüyorsa ( boşandığı eşini tekrar elde etmek, hayatının tamamen değişeceğini düşünmek vb) yapmıyorum. 





- Estetik seksi ve ilişkileri etkiler mi? 

Doğal yapılmış estetik operasyon tabi ki seksi ve ilişkiyi olumlu yönde etkileyecektir. Tabi ki burada partnerlerin uyumu, beklentileri ve beğenilerinin de ortak olması gerekir. Çok güzel, ameliyat olduğu belli olmayan dolgun memelere sahip olmak, partneriniz küçük memeden hoşlanıyorsa pek bir anlam ifade etmeyeceği gibi olumsuz sonuçlara da neden olabilir.

Röportaj: Ece Eliboloğlu

Bu röportaj Dipnot Tablet'te yayınlanmıştır. 



Bu Yaz “SAHİLDE BULUŞALIM”! Bir Kandemir Konduk Röportajı



      Usta mizah ve tiyatro yazarı Kandemir Konduk; ekranlarda kahkaha tufanı yaratan “Abuzer Kadayıf”, “Mahallenin Muhtarları”, “Ana Kuzusu”, “Perihan Abla” gibi film ve dizilerden sonra yeni kitabı “ Sahilde Buluşalım” ile tekrar karşımızda. Özellikle 1990’lı yıllardaki film ve dizilere damgasını vurmuş, ünlü tiyatro ve mizah yazarı Konduk’un yeni kitabı, Anadolu geleneklerine bağlı bir baba, kocasını sevmeyen bir anne ve sekiz yaşındaki çocuklarının, sahil beldesinde bulunan ağabeylerine yaz tatiline gitmelerini ve burada yaşadıkları kültür karmaşasını anlatıyor. Dilerseniz dizi tadındaki bu kitap hakkında daha fazla ipucu vermeyelim ve kitabını, televizyon projelerini ve yeni dönem Türk dizilerini nasıl bulduğunu Kandemir Konduk’tan dinleyelim.

-    Sizi uzun zamandır dizi projelerinde göremiyoruz. Kandemir Konduk nerede derken bir kitap ile karşımıza çıktınız, öncelikle kitap ile başlayalım. Nereden çıktı bir kitap ile karşımıza çıkmak? Bu kitap kimin ya da kimlerin hikayesi?

Sık sık kitap yazmasam da bu benim 14. Kitabım. Gelenekçi bir Anadolu kasabasında yaşayan genç bir çift ve ilkokul çağında çocukları… Yazın Ege’de bir sahil yöresinde tatil yapan kent soylu insanlar… Ve bunların bir araya geldiklerindeki çelişkiler.. “SAHİLDE BULUŞALIM” bunları mizah diliyle anlatan bir roman.

Kitabınızı okurken de sanki bir dizi ya da film seyrediyormuş hissine kapılıyor insan. Bilinçli olarak bu yazı dilini kullandınız?

Kesinlikle evet.  Anlatım zorluğu ile okuru bunaltmaktan özellikle kaçındım. Ben de bir film izler gibi her bölümü “Göre göre” yazdım!..  Yazarken görmek , diyalogları duymak çok önemli.

-     Kitap bir dizi ya da film projesine dönüşür mü?

Dizi değil ama sanırım sinema filmine çok elverişli. Gerçekçi ve eğlenceli bir film olabilir. Zaten şimdiden-netleşmemiş- bir talibi var.

-     Televizyondan sizi uzaklaştıran ne oldu? Neden eskisi gibi sizi televizyon dünyasında göremiyoruz?

Ben argodan, küfürden, bip bip’lerden, tecavüzden, kandan, cinayetten, özetle rezaletten kalemimi hep uzak tuttum. Ekranda bunlar geçerli olunca kendim de uzak tutuldum!..


GÜNÜMÜZDE YARATICILIK DEĞİL, TAKLİTÇİLİK GEÇERLİ

-  Bir dönem aşiret dizileri, sonra silahlı mafya dizileri, sonrasında her şeyin mübah olduğu gençlik dizileri ve şimdi de Osmanlı dizileri… Sizce dizilerin modasını kim belirliyor? İzleyici mi yoksa yapımcılar mı?

Tavuk- yumurta bilmecesi… Bu türlerden bir tanesi tutulunca pek çok yapımcı, yapımcı değil kopyacı oluyor!.. Örneğin, polisiye diziyi ilk yapan tutturunca seyircinin karşısına beş tane birden polisiye dizi çıkıyor. Kanallar da bundan hiç gocunmuyor. Günümüzde yaratıcılık değil taklitçilik geçerli.


      Siz bu tarz dizileri nasıl buluyorsunuz?

Ekrana bakınca karşımda buluyorum : )

-      Hangilerini takip ediyorsunuz?

Valla, hangisini takip edeceğimi şaşırıyorum!.. Bazen de takip ederken başka bir diziye benzediğini görüp, takipten vazgeçip, geri dönüyorum.

DİZİLERDE YOZLAŞMAYI DOĞALMIŞ GİBİ SERGİLEMEK ÇOK TEHLİKELİ

-     Dizi sektöründe para kazanmak üzerine yapılıyor. Çalışanlar da çalışma şartlarından müzdaripler. Ancak para kazanalım derken ahlaki değerler biraz yabana atılıyor gibi bir hava var. Akraba içi ya da yakın arkadaşların birbirlerinin sevgilileri ile olması, kuzenlerin amcalarının eşleri ile olması gibi birçok örneği var bunun. Bu tarz şeylerin normalleştirildiğini ve genel ahlak kurallarının yozlaştırıldığını düşünüyor musunuz?

Öncelikle çalışma koşulları konusu çok önemli. Başroldekilerin dışında sanatçılar, emekçiler  büyük paralar kazanmıyorlar. Onu da 5-10 hafta sonra alıyorlar çoğu. Ve sabahlara kadar setlerde çalıştırılıyorlar. Çünkü , her hafta bir sinema filmi süresince dizi çekmeye zorlanıyorlar. Onlar sette perişan olurken seyirci de gece yarılarına kadar ekran başında uykusuz, perişan oluyor. Niye peki?.. Televizyon daha çok reklam alıp para kazansın diye. Oysa o zaman diliminde yarı fiyatına  45-50  dakikalık 2 dizi yapılır ve sömürü biter.  Yapmıyorlar… Birilerinin bunu yapmasını bekliyorlar. Dedim ya, yaratıcılık yok!.. Evet, televizyonun normalleştirme- benimsetme gücü müthiş. Örneğin, reklamlar. Bu gücü doğrudan güzelden çağdaşlıktan yana kullanmak olası. Yozlaşmayı doğalmış gibi sergilemek, ahlaki değerleri gözardı etmek ise kanımca çok tehlikeli. Ne var ki, toplumumuzda- kimi kesimlerde- akraba ilişkileri de çok yaygın. Yine de , bu çelişki ekranlarda körüklenmemeli kanısındayım.

SİNEMAMIZ ADINA ÜZÜNTÜM BÜYÜK BÜTÇELER İLE KOMEDİ DİYE YAPILAN REZİLLİKLER!

-   Türk sinemasının şu anki durumu nasıl sizce? Birçok yeni film çekliyor ve oldukça da büyük bütçeler dönüyor. Siz nasıl buluyorsunuz?

Türk sinemasına şu dönemde kimse “kötüye gidiyor”  diyemez. Tersine, teknik  anlamda yükseliş olduğu açık. İzliyorum , çok güzel işler yapılıyor… Ve bir alay da çok kötü işler. Dar bütçeli iki mekanda  dört  kişiyle çekilen  bır bır bır konuşmalı iç karartıcı filmlerin  DVD’lerini izleyip kızmanın ötesinde üzülüyorum.  Ama sinemamız adına asıl üzüntüm büyük bütçelerle komedi diye yapılan büyük rezilliklerin büyük ilgi görmesinedir…



-     Perihan Abla, Mahallenin Muhatarları gibi hala çok sevilen ve uzun soluklu diziler yaptınız. Bu tarz yeni projeler var mı?

Hem bu tarz, hem absürd, hem sit-com, hem müzikal projeler var bende.  Gelgelelim koşullar ve ilişkiler değişmeden yapmaya pek gönlüm yok.

Röportaj: Ece Eliboloğlu

Bu röportaj Dipnot Tablet'in 69. sayısında yayınlanmıştır.