6 Nisan 2016 Çarşamba

Nobel Barış Ödülleri Nasıl Dağıtılıyor?





Özel Röportaj 

Nobel Barış Ödülü geçtiğimiz yıl Suriye krizinin çözümünde de rol üstlenen başında bir Türk'ün Ahmet Üzümcü’nün bulunduğu kimyasal silahların yasaklanması örgütüne verildi. Ödül  Norveç'in başkenti Oslo’da Ahmet Üzümcü’ye takdim edildi. 5n1k’nın yapımcısı olduğum dönemde  Oslo’da Norveç Barış Merkezi’ne gittim, ödüllerin neden Oslo’da verildiğini, adayların nasıl belirlendiğini ve ödülü almak için gereken kriterleri merkezin direktörü ile konuştum. 


Şu anda neredeyiz?

Burası Nobel Barış merkezi. Burada çok çeşitli sergilerle Nobel Barış Ödülünün hikayesini anlatıyoruz. Burası bir müze, bir galeri de diyebilirsiniz. Ama Nobel Entitüsü ve Komitesi başka bir yerde çalışıyor.

Burada pek çok resim ve isim var, nedir bunlar?
Burası bizim duvar kağıdımız. Burada tüm ödül kazanmış kişileri, 125 kişinin hepsini görebilirsiniz. Bu çubuğu kullanarak da aralarında gezebiliriz. Örneğin Shirin Ebadi’yi bulup hakkındaki bilgileri okuyabilirsiniz ve neden Nobel Barış ödülü aldığını öğrenebilirsiniz.

Örneğin bu yıl ödülü OPCW kurumu aldı. Ödülü kazananı kim seçiyor? Barış Merkezi'nin üyeleri kimler?
  Burada Nobel komitesi ile ilgili bilgileri okuyabilirsiniz. Ama biz Nobel Komitesi değiliz. Onlar başka yerdeler. Komite üyeleri Norveç Parlamentosu tarafından seçiliyor. Komite 5 kişiden oluşuyor ve hepsinin siyasi geçmişi birbirinden farklı. Yani Norveç nüfusunun fikrini temsil etmeye çalışıyorlar. Normalde bu pozisyonda 5 ile 7 yıl arasında bulunuyorlar ve belki daha sonra yerlerine başkası geliyor.

Nobel ödülüne bir çok aday başvuruyor. En önemli kriter nedir?
 Komite her yıl Nobel Barış ödülünü alması gereken kişi konusunda bir çok öneri alıyor. Bu yıl 259 kişi önerildi. Sonuç olarak Alfed Nobel’in yani Nobel Ödülünü yaratan kişinin 3 temel kriterine bakıyorlar. Onun listelediği 3 kriter var.

Nedir bu 3 kriter?
 Eğer uluslararası kardeşlik için çalışmışsanız. Silahsızlanma için çalışmışsanız. Ve barış kongreleri organize etmişseniz bu 3 kriteri yerine getiriyorsanız Nobel Ödülüne Layık bulunuyorsunuz. Bu yıl OPCW Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü ödülün kriterlerine çok uygundu.

OPCW’nun hangi özellileri bu 3 kritere uydu?
 Tek tek her kriteri yerine getirmeniz gerekli değil. Nobel bunu özel olarak belirtmemiş. Ama bu organizasyon kriterlerden birini yerine getiriyor. Silahsızlanma üzerine çalışıyor.

Peki bize adım adım anlatır mısınız. Her yıl hangi aşamalardan geçiliyor?
 Her yıl Şubat itibarı ile bütün öneriler sunulmuş olmalı. Ve işte orada işin zor kısmı başlıyor. Çünkü bütün önerileri okumaları ve son elemeye kalan 5 ila 20 kişiye karar vermeleri gerekiyor. Alfred Nobel’in kriterlerine uyanlar seçiliyor. Ve en iyiler üzerine raporlar hazırlanıyor, dünya çapında uzmanlara danışılıyor. Sonunda Nobel Barış Ödülü için ya bir kişide, ya en fazla 3 kişide, ya da bir kurumda karar kılıyorlar. Bildiğiniz gibi dün açıklandı. Her yıl olduğu gibi Ekim ayının 2. Cuma gününde açılanıyor. 10 Aralık’da ise kazanan Norveç’e gelip ödülü olan altın madalya, diploma ve parayı alıyor.

Burası Alfred Nobel odası. Burada Alfred Nobel’in ve Barış Ödülünün hikayesini anlatan kitap var.

Alfred Nobel kimdir bize anlatır mısınız?

Alfred Nobel İsveçliydi. Stokholm’lu bir aileden geliyordu ve babası iflas etmişti. Alfred çok küçükken ailesi çok fakirdi. Annesi onu sokakta kibrit satması için gönderiyordu. Sonra aile Rusya’ya taşındı. Alfred’in babası Rus ordusunda çalışmaya başladı, bir kimyagerdi. Alfred çok zeki bir çocuktu çok kolay öğreniyordu. 18 yaşına gelmeden 5 dil konuşuyordu. Ama en sevdiği şey kimya idi. O bir mucitti ve bir icadı vardı. Dinamiti icat etti. Bütün dünya dinamit istiyordu ve böylece çok zengin oldu. Fakat arkadaşı Bertha Von Suttner ona dinamitten başka bir şey yapmasını, savaş için değil barış için bir şey yapmasını söyledi. Yaşlı bir adam olduğunda bu konu üzerine çok düşündü. Ve öldüğünde vasiyetinde ben Nobel Kimya Ödülü, Nobel Fizik Ödülü, Nobel Barış Ödülü, Nobel Tıp Ödülü ve Nobel Edebiyat Ödülü'nünün verilmesini istiyorum dedi. Ve Barış Ödülünün Norveç tarafından verilmesini istiyorum, diğer ödülleri İsveç verebilir dedi. Ama Nobel Barış ödülünün neden Norveç’e verdiğini açıklamadı. Hikayesi böyle.


Röportajı izlemek için: 





Bir Beslenme Dehası: PIERRE DUKAN



Özel Röportaj

Röportaj: ECE ELİBOLOĞLU


Cambridge düşesi Catherine’nin Prens William ile düğününden önce iki beden zayıflamasını sağlayarak tüm dünyada popüler hale gelen Fransız Beslenme Uzmanı Pierre Dukan, yeni  kitabı “Dukan Diyetinde İstediğiniz Kadar Yiyebileceğiniz 100 Besin”in tanıtımı için İstanbul’a geldi.
Dukan Diyetinin yapı taşlarını oluşturan 100 besini ve diyeti zevke dönüştürecek yeni yemek tariflerini takipçileri ile paylaştı. Tartışılan diyetinin tüm ayrıntılarını ise Dipnot Tablet okuyucularına anlattı.

Öncelikle hoş geldiniz. Daha önce İstanbul’a geldiniz mi?
Evet 30 yıl önce kadar.

İstanbul’u nasıl buldunuz? Seviyor musunuz?
Evet İstanbul’u çok seviyorum. Bence 30 yıldan bu yana o kadar çok değişmedi, ama yemekler değişmiş.

Ya yemeklerimizi?
Evet, yemeklerinizi çok seviyorum.

Spor yaptığınızı duymuştum.
Evet yapıyorum.

Ne sıklıkla yürüyorsunuz?
Her gün 25 dakika koşuyorum. 30 yıldır her gün 25 dakika koşuyorum. İhtiyacım var. Çünkü eğer koşamazsam yorgun hissediyorum, tatminsiz hissediyorum.

Gelelim ‘Dukan Diyeti’ne… ‘Dukan Diyeti’ tüm dünyada çok popüler. Türkiye’de de diyetinizi pek çok insan severek uyguluyor. Peki ama Dukan Diyeti nedir?
Eğer kısaca özetlemem gerekirse, 100 çeşit yemeği istediğiniz kadar yemenizdir derim. Ve bu dört aşamadan oluşuyor. İlk iki aşama kilo vermek için. Son iki aşama da yeniden kilo almamak için. Benim diyetimin esası budur. İlk iki aşamadan birincisi “attack” aşaması. Çok kısadır ve 72 çeşit yiyecek, protein, et, balık gibi yiyeceklerden oluşur. Maksimum 5 gün sürer. Bu çok çabuk bir aşama.





Bu hayat boyu süren bir diyet mi?
Kilo verilen ilk iki aşama çok kısa. En fazla iki ya da üç ay. Üçüncü aşama verdiğiniz kiloya göre. Eğer 10 kilo verdiyseniz 100 gün yapmanız gerekiyor. 5 kilo verdiyseniz 200 gün. Son aşamada ise normal herkes gibi yiyorsunuz, ama tabi herkesten çok yemiyorsunuz. Sadece şu 3 kuralı kabul etmeniz gerekiyor. 1. kural haftada bir protein, bu da Perşembe günü.

Neden Perşembe günü?
Çünkü bir gün diyorum ama insanlar hep yarın yarın diye erteliyorlar. O yüzden Perşembe.

Birinci Kuralı anladık, diğerleri neler?
İkinci kural günde 20 dakika yürümek. Bir insan için bu minimal. Asansörü unutmak ve merdivenleri kullanmak. Son olarak da günde üç çorba kaşığı yulaf kepeği yemek! Kilo vermede çok ilginç şekilde etkili. Üç kaşık yulafla, ekmek yapabilirsiniz, muffin yapabilirsiniz, pizza hamuru yapabilirsiniz. Yemesi çok keyifli ve çok doyurucu.

Asansör konusu çok önemli çünkü bir ritüel. Evinize geldiğinizde, zemin kattasınız. Bir tarafta merdivenler var, diğer tarafta asansör. Benim diyetimin son aşamasındaysanız merdivene yönelirsiniz. Eğer asansöre giderseniz diskalifiye olursunuz. Çünkü bu size yardımcı olacak. Her gün merdivenleri kullanmak size yılda iki kilo kaybettirecek. Eğer köpeğiniz varsa, her gün köpeğinizi gezmeye çıkarıyorsanız bu da yılda iki kilo kaybettirecek. İki kilo merdivenlerde, iki kilo da köpeğinizle, eder yılda dört kilo. Yani kendinize yardım edebilirsiniz.

Ben bu üç kural ile ayda kaç kilo verebilirim?
Siz mi? Hayır, siz kilo vermeyin…(gülüyor)
Bunlar kilo vermek için değil verdiğiniz kiloyu korumak için olan kurallar. Normal bir şekilde herkes gibi yaşayabilirsiniz. Kilo verdiğiniz de vücudunuz bunu biliyor. Yani vücudunuzun bir kilo hafızası var. 10 kilo verdiyseniz bunu biliyor ve yeniden almaya çalışıyor. Çünkü vücudunuz yağı hayatta kalması için gerekli olarak görüyor. Vücudumuz bugünkü yaşam tarzımıza göre değil, ormandaki yaşam tarzımıza göre gelişmiş. Ve bu yüzden yağ çok önemli. Vücut yağı kaybedince yeniden kazanmak istiyor. Hangi diyette olursanız olun kilo verdiyseniz, vücudunuz o kiloyu geri almak isteyecek. Eğer geri almak istemiyorsanız kiloları, kontrol altında tutmanız gerekiyor. Stres olmadan, yılmadan kontrol altında tutmak. Bu da işte son iki aşama, Yeniden kilo almama aşaması.

Bu konuda eleştiriler var. Yani çok çabuk geri kilo alındığı ile ilgili. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Eleştiriler olacaktır. Başarılıysanız eleştiri alırsınız. Ne işte olursa olsun, basın yayında, siyasette, her şeyde. Eğer başarılı olursanız eleştirileceksiniz. 

Sanırım üniversitelerdeki kilolu öğrenciler ile ilgili bir şey söylemiştiniz. Üniversite sınavına obezite testi eklenmesini, kilolu olmayanlara ekstra puan verilmesini önermiştiniz. Bu konuda ciddi miydiniz?

Evet cumhurbaşkanına yaptığım bir teklifti. Fransa Cumhurbaşkanına yaptığım bir teklif. Benim diyetimle 17 kilo verdi ve ben çok mutlu oldum. Ben de ona obezite ile mücadele için bir öneride bulundum. Ben öğrencilerin kilo almamalarına yardım edelim dedim. İki yıl boyunca kilo almamalarını sağlamak için.

Sadece sağlık açısından mı?
Evet, sadece sağlık açısından. Zayıf olmaları için değil. Çünkü iki yılda bu öğrencilerin yüzde 16’sı kilolu hale geliyor. Ben diyorum ki onlara, okula ilk başladığınızda kilonuz iyi. Eğer ilk iki yılı bu iyi kilo ile geçirirseniz, kilo da vermeden, bu size bonus olur. Ama bu büyük bir gündem oldu. Şişman mı demek isteniyor, ayrımcılık yapılıyor denildi. Ben de tamam istemiyorsanız yapmayın dedim. Sadece bir öneriydi.

Tekrar Dukan Diyeti’ne dönersek. Bize biraz örnek verir misiniz? Mesela, kahvaltı, öğlen yemeği ve akşam yemeğinde ne yemeliyim?
Sabah krep yiyebilirsiniz, çay veya yeşil çay ile. Yeşil çay daha iyi çünkü kalori yakmanıza yardımcı olur. Yoğurt yiyebilirsiniz. Jambon yiyebilirisiniz. Öğlen yemeğinde somon balığı yiyebilirsiniz. Bir tavuk budu yiyebilirsiniz. Büyük bir marul salatası yiyebilirsiniz. İçinde domates olabilir. Balsamik şirkesi olabilir. Soğan ekleyebilirsiniz. Bolca beyaz peynir koyabilirsiniz içine. Yumurta yiyebilirsiniz. Deniz mahsulleri, karides yiyebilirsiniz. Somon füme yiyebilirsiniz.

Sanırım her şeyi yiyebiliriz?
Evet tabii ki her istediğiniz yemekte özgürsünüz. Ama şeker yok. Şeker olmaz.

Tatlandırırcı olabilir ama onlar da zararlı değil mi?
Bazıları zararlı, bazıları çok iyi. Stevia çok doğal. Stevia bitkilerden elde ediliyor. Stevia kullanabilirsiniz tatlandırıcı olarak.

Ekmekte de şeker var. Ama siz ekmek yiyebilirsiniz diyorsunuz.
İlk iki aşamada ekmek yiyemezsiniz ama sonrasında yiyebilirsiniz. Ancak bu da tam buğday olmak zorunda. Beyaz ekmek hiç olmayacak.

Bir de yağ konusu var. Siz biraz yağ kullanabilirsiniz diyorsunuz. Oysa bir çok beslenme uzmanı yağı yasaklıyor.
Evet biraz yağ. Ama Türkler yağ yerine zeytin yiyebilir. Biliyorum Türkler kahvaltıda zeytin yemeyi seviyor. Sabahları 6-7 tane zeytin yağ yerine yenilebilir. Kilo sorunumuz ciddi bir sorun. Bu magazinsel bir konu değil. Kilo bir seri katildir. Kilo demek diyabet demek, kalp krizi riski demektir. Çok çok önemli bir sorun. Bu soruna moda ile ilgili bir sorun gibi yaklaşmamalıyız. Ben bir doktor olarak her yıl pek çok insanın fazla kilo yüzünden öldüğünü görüyorum. Obez bir kişi senden, benden 9 yıl daha az yaşayacak. 9 yıl önemli bir zaman. Bir şeyler yapılması şart.

Bu yüzden dünyayı geziyorum. Türkiye’nin ardından, Moskova’ya geçeceğim. Moskova’dan Meksika’ya gideceğim. Meksika’dan ise New York’a. Benim işim şimdi bunu tüm dünyaya bir misyoner gibi yaymak. Dünyada 1.5 milyar fazla kilolu insan var. Mutlaka bir şeyler yapmalıyız.

Hoş görünmek başka bir şey. Ama kilo kalbinize, böbreğinize ve her organınıza zararlı. Diyabet ve fazla kilo kardeştir. Aynı ailenin iki üyesidir. Biz artık buna Diyabetize diyoruz yani yarı diyabet yarı obezite. İkisinin karışımı. Bu yeni bilgi ve biliyoruz ki artık diyabet ve obezite aynı temelden başlıyor: Karbonhidratlar. Ben ve pek çok araştırmacı anladık ki karbonhidratlar bize faydalı değil. Çünkü bunu yemeye programlı değiliz. Şeker yeni bir şey. Beyaz şeker sadece son bir asırdır var. Ondan önce yoktu. Biz çok çok uzun süre şeker olmadan yaşadık. Ama şimdi şeker bizim düşmanımız. Bizi yavaş yavaş ve tatlı tatlı öldürüyor. Herkes şekerli şeyler yemek istiyor ama bu hiç iyi değil. Bunu kontrol etmek zorundayız.




Peki ya tuz?
Tuz olur ama fazlası olmaz. Tuz eğer yüksek tansiyonunuz varsa çok tehlikeli olabilir. Çünkü yüksek tansiyon kalbi ve böbrekleri zehirler. Çok tuz kullanmamalıyız. İnsanlar daha yemeğinin tadına bakmadan tuz koyuyorlar. Refleks olarak tuz koyuyorlar. Tuz ve şeker çok tehlikeli.

Diyetiniz ile ilgili olarak ağrı şikayetleri de geliyor ve bas ağrısı ve bacak ağrısı gibi.
Bacak ağrısı pek olmaz. Belki halsizlik olur. Eğer doğal olarak düşük tansiyonlu bir kimseyseniz, diyete başlayınca ilk günlerinde baş dönmesi ve yorgunluk hissedebilirsiniz. Eğer böyle hissediyorsanız yemeklerinizdeki tuzu birazcık artırabilirsiniz. Bacak konusunu hiç duymadım daha önce.

Diyetinizde ödül olarak diyet kola var. Diyet kola zararlı değil mi?
Eğer hiç içmezseniz tabii ki daha iyi. Ama illa ki içecekseniz diyet daha iyidir. Çünkü normal kola da çok şeker var. Diyet kolada sıfır şeker var. İnsanlar kolayı öyle çok seviyor ki ben de içecekseniz diyet için diyorum. Ben de içiyorum diyet kola. Ben içiyorsam hastalarıma da öneririm.

Siz kurallarınız kendiniz uyguluyor musunuz?
Hepsini değil. Ben şanslıyım ki önerdiğim yiyecekleri gerçekten seviyorum. Somon balığı çok severim. Deniz mahsulleri çok severim, karides çok severim. Yoğurt çok severim. Domates seviyorum. Her gün en çok yediğim şey sebzedir. Benim diyetim proteinden çok sebze diyetidir. Benim diyetim vejeteryanlara da uygun. Yumurta var, yoğurt var. Hayvan ürünü yemek istemeyenler için çok fazla sebze var. Ben bunun altını çizmek işiyorum. Hep Dukan protein diyeti, Dukan protein diyeti diyorlar. Hayır, Dukan sebze ve protein diyetidir. İlk öncelikli sebzedir.

Günde kaç yumurta yemeliyim?
Bir yumurta. Yumurta ve kolesterol ilişkisi uzun bir hikaye. Ama artık biliyoruz ki yumurta kolesterol yapmıyor. Ama insanların kafasında yumurta deyince hep kolesterol var. Ben bir yumurta diyorum çünkü bir yumurtanın hiç zararı yok. Ben örneğin bazen günde iki yumurta yiyorum. Çünkü biliyorum ki tehlikesi yok. Bir yumurta iyidir ve hatta beyazını istediğiniz kadar yiyebilirsiniz. Yani bir yumurtanın sarısı ve istediğiniz kadar yumurta beyazı ile, kocaman bir Amerikan omleti yapabilirsiniz. İçine domates de katabilirsiniz sabahları.

Biz Türkiye’de buna menemen deriz.
Miniman?

Evet “Menemen”...  (gülüyoruz)




Son olarak bize 10 sağlıklı yiyecek söyler misiniz? Yeni kitabınız var 100 sağlıklı yiyecek, ben sadece 10’unu soruyorum.

100 sağlıklı yiyecek kitabını yazdım çünkü bu benim diyetimin temeli. İnsanlar ne yiyeceklerini bilmeliler çünkü bazen hep aynı şeyi yiyorlar. 100 yiyecek ve her yiyeceğe iki sayfa. İlk sayfa yiyeceğin besin değeri, ikinci sayfa bu yiyecekle yapılabilecek tarifler. Şunun altını çizmek isterim benim metodum sadece bir diyetten ibaret değil. İnternet sitemiz var, buradan destek veriyoruz. Gıda ürünlerimiz var. Bu çok önemli, çünkü çok işe yarıyor. Hep yani şeyleri yemek iyi değil. Monoton bir durum. Değişikliğe ve zevk almaya da ihtiyacınız var. Bizim yulaftan yaptığımız bisküvimiz, şekersizdir. Özel çikolatamız var. Çikolatanın yüzde 40 yağ, yüzde 40 şeker,  yüzde 10’u protein ve geri kalanı da antidepresandır, stimule edicidir, magnezyum huzur verir, serotonin de mutluluk verir. İnsanlar çikolata yediklerinde bunu arıyorlar. Yağ veya şekeri değil, bu mutlu edici maddeleri. Biz de ne yaptık? Kakaoyu şekersiz ve yağsız olarak veriyoruz. Bir toz halinde ve bunu istediğiniz her şeye, yoğurda, süte ekleyebiliyorsunuz.

Türklere vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Öncelikle sosyal medyadan aldığım mesajlar için teşekkür ederim. Facebook hesabımdaki önce sonra fotoğrafları var, tarifler paylaşıyorlar. Mutlu olduklarını görüyorum. Onları mutlu görmek beni mutlu ediyor. Benim hayatım bu.



8 Haziran 2013 Cumartesi

“ONAYLI PROJEDE AVM YOK” Topçu Kışlası Projesi’nin Mimarı konuştu


Gezi Parkı’nın yıkılıp yerine Topçu Kışlası’nın yapılmasına karşı çıkılması ile başlayan Türkiye’nin en büyük sivil eyleminde bir hafta geride bırakıldı. Tüm bu protestoların çıkış noktası olan Topçu Kışlası’nın mimarı Halil Onur projenin detaylarını Ece Eliboloğlu ile paylaştı. Onur, onaylı projede AVM, Otel, Rezidans, Buz pisti gibi kullanımların yer almadığını açıkladı. Onur ayrıca kışlanın başka bir alanda yapılmasının mümkün olmadığı söyledi.

- Halil Bey, uzun bir süredir sizin projeniz tartışılıyor. Bilmeyenler ya da eksik bilgiye sahip olanlar için projenin detaylarını anlatır mısınız? Siz Gezi Parkı’nın bulunduğu alan için nasıl bir proje hayal ettiniz?
Gezi Parkı’nın bulunduğu alanın bir bölümde Topçu Kışlası adı ile bilinen Askeri Eğitim Yapısı bulunmaktaydı. Sonraları İstanbul’un ilk stadyumu olarak kullanılan bu bina 1939 yılında yıkılmıştı. Şehir Plancı Prost ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar döneminde yıkılan bu kışla alanında, yine Prost imzalı bir projeyle konut-ofis blokları yapılması hedeflenmişti. Bu bloklar yapılamamış, İnönü heykeli için kaide yapılmış, boş alan ise park olarak düzenlenmişti.

Proje programı çerçevesinde; Prost dönemi park ile birlikte yaşayabilecek, yani farklı kültür katmanlarını birlikte değerlendirecek sosyal-kültürel amaçlı bir kullanım öngörülmüştü. Bu arada Taksim Meydanı ile Taksim Gezisi arasında zamanla oluşan bağlantısının, ilişkisinin kesintiye uğramadan devam etmesi amaçlanmıştı.

Yayalaştırılan İstiklal Caddesi ve yayalaştırılan Taksim Meydanı aksını güçlendirecek bir cazibe noktası, her türlü kültürel ve sosyal amaçlı, kullanılabilir bir kültürel etkinlik alanı hedeflenmişti.

- Bu projeyi çizerken neler gözettiniz, hangi noktalara dikkat ettiniz?

Bu projeyi çizerken tüm kültürel katmanların, her dönemin nitelikli uygulamasının bir arada yaşaması, yeşil doku ve ağaçların maksimum korunması gözetilmiştir.

“ONAYLI PROJEDE AVM YOK”
- Peki siz bu projenin mimarı olarak projeyi nasıl adlandırıyorsunuz? Burası bir Kültür Merkezi mi olacak, AVM mi olacak?
İlgili kurumlara sunulan ve Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu tarafından onaylanan projede görülebileceği gibi;

Projede asıl fonksiyon Şehir Tarihi Müzesidir.

Toprak üzerindeki 22.000m2 inşaat alanının 13.500 m2’si Müzeye ayrılmıştır. Toprak üzerindeki alanların, diğer bölümleri sanat galerileri, Sergi Salonları, Kafe- Kitapevleri ve Satış birimlerine ayrılmıştır. Yer altındaki alanlar müze depoları, teknik bölümler ve otopark olarak değerlendirilmiştir. Bunların dışında Onaylı Projede AVM, Otel, Rezidans, Buz pisti vb. kullanımlar yer almamaktadır.

Onaylı Projede yer almayan ancak kullanım önerisi olarak dile getirilen, perspektif olarak sunulan buz pisti önerisi avlunun küçük bir bölümünde kış zamanlarında geçici olarak kurulup kaldırılabilecektir.

Bu fonksiyon, avlu için düşünülen Konser, Panayır, Toplantı vb. sayısız sosyal ve kültürel etkinliklerden sadece bir tanesidir. Alternatif bir öneridir, gerekli görülürse yapılmayabilir.

- En çok tartışılan konu yeşil alan bırakılmaması ve ağaçların sökülmesi… Ağaçlar koruma altına alınamaz mıydı? Yapılacak projede yeşil alan olacak mı?

İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Raporunda da Belirtildiği gibi;
1-) Gezi Parkında 563 adet ağaç tespit edilmiştir. 465 adet ağaç yerinde korunmaktadır. Avlu ise yaklaşık 17.000m2 dir. Avludaki tüm ağaçlar ve yeşil doku hiç dokunulmadan aynen korunmaktadır
2-) Kışla Binası yerinde toplam 98 adet ağaç bulunmaktadır.
3-) Bu 98 adet ağaçtan; 76 adedinin çapı 40 cm altındadır. 10 adedinin çapı 40-50 cm arasındadır. 12 adedinin çapı 50 cm. üzerindedir.
4-) Yine Orman Fakültesi raporuna göre; ‘ Ağaç nakillerinde başarısızlık riski; çap kalınlığı 20 cm’in üstünde olan ağaçlarda önem kazanır, 30 cm’i geçtiğinde daha önemli hale 50 m’den sonra ise kritik hale gelmektedir.’
5-) Üstte belirtilen alanda taşınması kritik durumda 50 cm. çapını geçen 12 ağaç bulunmaktadır.
6-) Bu 12 adet ağacın taşınması içinde tüm imkanlar değerlendirilebilir.

“KIŞLANIN BAŞKA BİR ALANA YAPILMASI MÜMKÜN DEĞİL”
- Projenin mimarı olarak değil de dışarıdan bir göz ile baktığınızda bu projenin tam da bu alana yapılması gerekiyor muydu yani buraya yapılmasa olmaz mı? Proje için başka bir alan seçilemez miydi sizce?
Taksim Topçu Kışlası Koruma Kurulunun 09.02.2011 tarih ve 4225 nolu kararı ile tescil edilmiştir. Mevzuata göre tescil edilen bir bina için izlenmesi gereken yolu 660 sayılı ilke kararı tanımlamaktadır; 660 sayılı ilke kararında “ Korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilen ve tescil edilmesine ilişkin gerekli özellikleri taşımasına rağmen elde olmayan sebeplerle tescili yapılmamış ve/veya herhangi bir nedenle yitirilmiş olan yapının, kendi parsellerinde daha önce bulunduğu yapı oturum alanında, eski cephe özelliğinde, aynı kitle ve gabaride kapsamlı restitüsyon etüdüne dayalı rekonstrüksiyon uygulamasının koşulsuz sağlanmasına” ifadeleri yer almaktadır.

Bu nedenle Kışlanın başka bir alanda yapılması mümkün değildir.

İki proje hazırlanmıştır. Birincisi Restitüsyon projesidir. Bu proje binanın orijinal halini gösterir. Belgeler, bilgiler, fotoğraflar değerlendirilerek hazırlanır. Tüm tescilli yapılar için zorunlu bir aşamadır. Uygulamaya esas değildir, tümüyle bilimsel bir çalışmadır. Hazırlanan ikinci proje ise Avan proje, Fikir projesidir. Bu proje ile herhangi bir inşai faaliyete ve ağaç taşınmasına başlanması söz konusu değildir.

İNŞAATA BAŞLANABİLMESİ İÇİN BELEDİYELERDEN ONAYLANMASI ZORUNLU”
- Proje şu an ne aşamada? İnşaat çalışmalarına ne zaman başlanılması düşünülüyor?

İnşaata başlanabilmesi için, detay projeleri hazırlanması, ilgili koruma kurullarından ve ilgili belediyelerden onaylanması, inşaat ruhsatı alınması zorunludur. Henüz bu projelerin hiç biri hazırlanmamıştır.

Bu röportaj Dipnot Tablet'te yayınlanmıştır.

Dünya Tarihini Değiştiren “Çanak Çömlek”ler!

Eski ile yeninin devran ettiği eskinin mi yeniye, yeninin mi eskiye yenik düştüğünü anlayabilmenin güç olduğu mühendislik harikası bir proje ile 8500 yıllık teknolojinin karşılaşması: Yenikapı Kazıları

Yenikapı Kazıları’nı birçok vatandaş Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Çanak, çömlek yüzünden Marmaray Projesi gecikti” sözleri ile tanıdı. Arkeoloji dünyasını ayağa kaldıran bu sözler sonrasında televizyonlarda günlerce arkeoloji ve kazılarda bulunan kalıntılar konuşuldu. Türkiye vatandaşı Başbakan’ın çanak çömlek dediği ancak dünya tarihini değiştiren buluntular ile böylece tanışmış ve tarihe bir nebze de olsa tanıklık etmiş oldu!

Türkiye tarihinin en kapsamlı arkeolojik kazısı olan Yenikapı Kazıları’na 2004 yılında 4 ayrı bölgede 58.000 m2’lik alanda başlandı ve Roma İmparatoru I. Constantin (M.S. 379-395) tarafından yaptırılan antik dünyanın en büyük limanı Theodosius Liman Kompleksi bu bölgede çıkarıldı. Böylece dünya tarihi bugüne kadarki en geniş batık grubu olarak görülen 36 adet geminin de sahibi oldu.

Marmara Denizi Bir Tatlı Su Gölüydü O Zamanlar
Türkiye’nin en iyi 60 arkeoloğunun görev yaptığı kazılarda bulunan gemiler, neredeyse yeni bir çağ başlattı. Kazılara devam ettikçe limanın tabanında, kum, çakıl ve taş birikintisi altında, bu kentin bilinen ilk sakinlerine, başka bir deyişle günümüzden sekiz bin yıl önce, Marmara Denizi’nin bir tatlı su gölü olduğu dönemde, bu alana yerleşmiş olan Neolitik Dönem insanına ait buluntular gün ışığına çıkarılmaya başlandı. O dönem yaşamış insanların yaptıkları konutlara ait izler, pişmiş toprak ve taştan yapılmış çeşitli aletler ile dünyada bugüne kadar tespit edilmiş en eski ahşap aletler bu kazılarda ortaya çıkarıldı. Ok, yay, kano küreği gibi buluntular dünyanın en eski ahşap eserleri olarak korumaya alındı. Dokuz yıldır süren işte bu kazılarda neolitik dönemden başlayıp kesintisiz olarak günümüze kadar ulaşan ve kent tarihine ışık tutan 38 binden fazla envanterlik eser belgelendi. Tüm bu eserler bulunduktan sonra belgelendi, tek tek fotoğrafları çekildi ve restorasyon ekibine bakımları yapılmak üzere teslim edildi. Şu anda tamamı İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmek üzere muhafaza ediliyor.

İlk İstanbullular’ın Ayak İzleri Bulundu
Ayrıca Neolitik dönemde yaşamış insanlara ait mezarlar ile neolitik dönem İstanbul’un ilk yerlilerine ait binlerce ayak izi bulundu. Theodosius Limanı katmanı altında ilk İstanbullular’ın iskeletlerine rastlandı. Bu buluntular sadece Anadolu tarihine değil, Avrupa tarihine ışık tutacak bilimsel özellikler içeriyordu. İstanbul’un bilinen tarihi bir anda tepetaklak oldu, çünkü bu bulgulara göre İstanbul’da yaşam 2700 yıl önce değil, 8500 yıl önce başlamıştı.

Şehrin MÖ. 7.yy’da Megaralılar tarafından kurulduğu efsanesi de yıkıldı. Neolitik Dönem yerleşmesinde elde edilen sonuçlara göre, Anadolu kültürünün İstanbul üzerinden Avrupa’ya geçtiği kesinleşti. Türkiye basınında çok ilgi gösterilmese de dünya basınının odak noktası bir anda bu kazılar oldu.

Kazılar tam gaz devam ediyor… Yine bu hafta Başbakan Erdoğan’ın gündeminde işte dünya tarihine ışık tutan bu kazılar vardı! Erdoğan “Bizi içeriden vurmasalardı 4 yıl önce Marmaray’ı açacaktık” diyordu. Marmaray 4 yıl gecikti ama bu dört yılda dünya tarihine, dört adım daha yaklaşıldı. Bilim dünyasında yeni bir çığır açıldı. Kazılarda bulunan eserler sadece Türkiye’nin kültür mirasına değil, evrensel mirasa ait olduğu için çok ama çok büyük önem taşıyor.

Yani Marmaray kazıları bizim fark edemediğimiz ve küçük bir adım olabilir ama insanlık için gerçekten çok büyük bir adım.

Bu yazı Dipnot Tablet'te yayınlanmıştır. 

1 Mart 2013 Cuma

Kimse ne yaptıklarını bilmiyor! Kim bu yaşam koçları?




Kimi zaman bir televizyon programında kimi zamansa yeni bir kişisel gelişim kitabının tanıtımında görüyoruz ‘Yaşam Koç’larını… 1960’lı yıllarda ABD’de kurumlarda kullanılmaya başlanan bu kavram yaklaşık 10 senedir bizim de hayatımızda. Kimse tam olarak ne yaptıklarını bilmiyor. Birçok insan psikologlar ile yaşam koçlarını karıştırıyor. Peki kim bu yaşam koçları, nasıl bir eğitimden geçiyorlar, kimlerin koçu oluyorlar, ne kadar para kazanıyorlar? Yaşam Koçu ve İletişim Uzmanı Yavuz Gündoğan ile Yaşam Koçluğunu konuştum.  İşte tüm bilinmeyenleri ile “Yaşam Koçları”…


- Yavuz Bey sizi biraz tanıyabilir miyiz? Yaşam koçu olmak için ne gibi eğitimler aldınız?
Profesyonel Yaşam Koçu ve İletişim Uzmanı olarak çalışıyorum. İstanbul Üniversitesi’nde iletişim ve sosyoloji okudum. Ardından aynı üniversitede iletişim öğretmenliği yüksek lisansı yaptım. İlk göz ağrım olan gazetecilik mesleğine 2005 yılında CNN Türk’te başladım ve 5 yıl süreyle çeşitli görevlerde bu mesleği yaptım. Son görevim CNN Türk Haber Merkezi’nde yazarlıktı. İlk olarak kurum bazında çalışmalarım oldu ve şirketlere iletişim konusunda danışmanlık yapmaya başladım. Daha sonra öğrencilik yıllarında merak saldığım pedagoji ve gelişim psikolojisi üzerine çalışmalar yaptım. Bu aşamada koçlukla tanıştım ve alanında öncü bir kuruluş olan ID International Coaching’den profesyonel koçluk eğitimi aldım. Profesyonel olarak koçluğa başlamam ise bundan sonraki süreçte oldu. Aldığım eğitim ICF’in (International Coach Federation) belirlediği standartta ve etik kurallar çerçevesinde belirlenmiş uygun bir müfredatı içeriyor. Eğitim sırasında önceliğimiz her zaman meslek standartları ve etik kurallar oldu.

- Öncelikle nedir “yaşam koçluğu”?
Bizler bu soru ile her karşılaştığımızda koçluğun ne olmadığını anlatarak işe başlıyoruz. Size de söylemem gerekirse koçluk, akıl vermek, terapi yapmak, yol göstermek, eğitim vermek ya da arkadaşça yapılan bir sohbet değil! Yaşam koçluğuna göre insan doğuştan yaratıcı, becerikli ve ihtiyaçlarına olan cevaplara ulaşabilecek kapasitede. Yani bir koç asla danışanına akıl vermez çünkü onun buna zaten ihtiyacı olmadığını bilir. Bu anlamda koçluk danışmanlık, akıl hocalığı, terapi, eğitim vb. disiplinlerden farklılaşır. Çünkü koçluk danışana kendi çözümlerini bir hap halinde vermek yerine doğru ve etkili sorular yolu ile bu çözümleri buldurur. Koçluk genel bir tanımla, kişinin şimdi bulunduğu nokta ile gelecekte varmak isteği nokta arasındaki süreyi kısaltmak ve belirli bir hedef doğrultusunda onu her zaman o yolda tutma işidir. Koçluk bir keşif yolculuğudur; kişiye kendi potansiyellerini ve mevcut kaynaklarını keşfettirir. Yaşam koçluğu, yaşam tasarımıdır. Daha kaliteli, daha dengeli, daha sağlıklı yaşamak isteyen danışanlar için bir tasarımdır.

- Kimler daha çok yaşam koçu tutuyor?

Özelikle belirli bir yaş aralığı ya da cinsiyet vermek çok zor. Bu bazen, gelecekteki mesleğini belirlemekte zorluk geçen bir öğrenci de olabiliyor, mevcut kariyerinde yükselmek ya da yeni bir alana yönelmek isteyen bir profesyonelde. Kısacası hayatında köklü bir değişiklik isteyen herkes koçluk desteği alıyor. Bu destek iş, kariyer, ilişkiler, kişisel gelişim vs. gibi hayatın her alanını kapsıyor. Danışanlar koçluk ile birlikte içinde bulunduğu yapıyı çözüp, bunu oluşturan dinamiklerin farkına varmış olarak görüşmeden ayrılıyorlar. Kaynaklarını fark eden danışan için ise hedef artık o kadar uzakta durmuyor. İlişki tamamen danışanın istediği sonuçları almak üzerine odaklanmış olduğu için görüşmeden almak istediklerini alarak ayrılıyor. Bu durum da yaptığımız işin en keyif verici yanı.


- Kendini yaşam koçu olarak tanımlayan çok kişi var. Öyle ki bu bazen dizilerde alay konusu bile oldu, biz kime inanmalıyız?

Koçluk artık bir ihtiyaç haline gelmiş durumda ve bu yeni ihtiyacın kamuoyunda bilinirliği oldukça az ve açıkçası çok doğru referansları da olduğu söylenemez. Burada ise görev, mesleği etik kuralları doğrultusunda öğrenen ve yapanlara yani bizlere düşüyor. Koçluktaki etik kuralların başında, kişiyi asla kendimize bağımlı hale getirmememiz gerektiği ilkesi yer alır. Koçluğun asıl amacı kişiye akıl vermek değil onun kendi hedefini belirlemesini ve bu hedefe ulaşmak için çalışmasını sağlamaktır. Yani merkezde danışan vardır ve zaten o kendi kendine yetebilecek düzeydedir. Günümüzde yaşam koçluğu adı altında yıldız falı bakan, kurşun döken, enerji gönderen insanlar da var. Bu tarz uygulamalar bırakın kişinin kendi cevaplarını bulmasını onu bir bağımlı haline getirebilir. Bu işleri gerçek anlamda yapan insanlar da yaşam koçuyum diye çıkmıyor zaten. Böylelerine saygım sonsuz ama koçluğun bu tarz inanış ya da uygulamalar içinde yeri yok ve asla olamaz. Koçluktaki amaç danışana kendi çözümlerini buldurmak, onları kendi yaşamlarının lideri haline getirmektir. Hayatında köklü bir değişiklik yapmak ya da bir hedef doğrultusunda ilerlemek isteyen kişiler zaten bu işi profesyonel olarak yapan koçlara çeşitli yollardan ulaşıyor.

- Koçluk ve psikologluk çok karıştırılıyor. Aradaki ayrımı siz nasıl koyuyorsunuz?

En başında söylediğim gibi koçluk bir seans ya da terapi değildir. Danışanlar kendini iyi hissetmek ya da mevcut ruh halinden çıkmak için değil hedeflerine ulaşmak için bize gelirler. Koçluk psikologluk değildir… Bizler kişilere bir reçete vermiyoruz. Belirtmekte fayda görüyorum ki koçlar sağlıklı insanlarla gelecek odaklı çalışır.

- Mutsuz olan bir insan size gelince onun için neler yapıyorsunuz? Nedir yaşam koçunun bu anlamdaki görevi?

Mutsuz insandan kasıt, hedefini bulamamış ya da o hedefe nasıl gideceğini bilemeyen ve bunun verdiği kafa karışıklığı ile mutsuz olmuş kişilerse doğru yerdeler. Bu konuda önce kişiyi tanırız ve ona zirve deneyimler yaşatarak bu güne kadar yaptığı işlerde onu başarıya götüren değerlerini sistemleştirir ve büyük gündemini belirleriz. Bu koç ve danışan arasında bir ortaklıkla olur. Bizim buradaki fonksiyonumuz uygun teknikleri kullanarak kişinin kendine bir yol çizmesini sağlamaktır. Hedef belirlendikten sonra kişiyle birlikte bir keşfe çıkarız bu keşif danışanın kendine yaptığı bir yolculuk olarak ta nitelendirilebilir. Yolculuktan bir valiz dolusu hediye ile döndüğünde kendisi bile şaşıracaktır. Bu yolcukta koç profesyonel bir yol arkadaşı olarak da düşünülebilir. Bütün bunlardan sonra önemli olan ise danışanı bu gündemde tutmaktır. Bunun için NLP ve Quantum gibi tekniklerden de yararlanırız.

- Birçok yaşam koçu kuantumu da kullandığını söylüyor. Siz kuantumu nasıl kullanıyorsunuz?

Quantum koçlukta kullanılan tekniklerden sadece biridir. Quantuma göre evrende her şey sonsuz ve sınırsızdır ve insan bu sistemde sınırsız kaynaklara ve bolluğa sahiptir. Quantum yaşamımıza yön verebilmek için evrenin sırlarını keşfetmeyi ve bu sırları doğru şekilde kullanmayı öğretir. En basit söylemle, başarılarımızın hepsinin altında büyük bir istek ve inanç olduğunu görebiliriz. Ancak bazen isteklerimizi sabote eden içten gelen güçlü bir ses vardır. Bizler içimizdeki bu sesi engellemek, doğru düşünmek ve amaçlarımız doğrultusunda doğru eylemlerde bulunmak için quantumu kullanırız. Quantumun koçluğa faydası, kişiyi hedefine kenetlemek ve hedeften çıkmasına sebep olacak içsel ve ya dışsal sabotajlara karşı büyük bir inanç ve kararlılık sergilemesini sağlamaktır. Aynı zamanda kişiyi mutlu edecek ve keyiflendirecek uygulamaları içerir. Aynı şekilde NLP’de kullanılan yöntemlerdendir. Bununla da hayatınızda kalıcı ve köklü değişiklikler sağlamak mümkündür. Koçluk bir çok metodu içeren bir yapıdır ve hedef kişiyi cevaplarına ulaştırmaktır.

- Bir insan yaşam koçsuz istediklerini hayata geçiremez mi? Ben neden yaşam koçu edinmeliyim? Yaşam koçu olan insan güçsüz insan mıdır?

Koçluk insanın doğuştan mükemmel ve eşsiz olduğunu kabul eder! Dolayısı ile profesyonel bir koçluk alan kişi asla güçsüz olarak değerlendirilemez. Zaten böyle bir düşünce koçluk anlayışına ters düşer… Hepimizin hayatta karşılaştığı zorluklar vardır. Bu zorluklar gün içinde; yolda, işte, evde, sporda hatta tatilde bile kafamızı meşgul eder. Bu meşguliyet bazen asıl hedefimize kenetlenmemizi engelleyebileceği gibi hedefimizden uzaklaşmamıza da neden olabilir. Hepimiz olumsuzluklara takılma eğilimi gösteririz. Örneğin, sayısız güçlü yönlerimiz vardır ancak sadece başarısız olduğumuz tek bir konuya takılıp kalır ve elde olan onlarca değerleri görmezden gelebiliriz. İşte burada koçluk desteği almak aynaya bakmak gibidir. Koç danışanın potansiyeline odaklanır, danışana ayna tutar, güçlü yanlarını fark etmesini, kaynaklarını kullanmasını ve hedefe en kısa yoldan ulaşmasını sağlar. Koç ve danışan arasında kurulan bu ilişki, danışanı geliştirir ve performansını artırır. Zaman, para, enerji gibi kaynaklardan da tasarruf sağlanmış olur. Bir koçla ya da koçsuz zaten istediklerini hayata geçiren yine insanın kendisi olacaktır. Bir koç ile birlikte danışan kendine baktığında güçlü yönlerini ve sınırlarını görebilir, ne istediğini, neden korktuğunu ve onu neyin motive ettiğini ve neyin durdurduğunu, amaç ve vizyonlarını ve nerede kendini engellediğini keşfeder. Koç ona kendini gösterecek soruyu sorana kadar cevabı hiç aramamış bile olabilir. Koçluk sayesinde kişisel körlük ortadan kalkacağı için mevcut duruma farkındalık kazanılır. Bu farkındalık ise danışanı hedefine kilitler.

- Koçluk desteği almak isteyen biri ne kadar bir bütçe ayırmalı?

Bu konuda net bir rakam vermek zordur. Bu, desteği almak isteyen kişilerle çalışmak istedikleri koçlar arasındaki anlaşmaya göre şekillenir. Piyasada koçluk görüşmeleri ortalama 200 TL ile 500 TL arasında bir fiyata sahiptir.

19 Ağustos 2012 Pazar

Her kütüphane bir cezaevi kapatır

Hem kendiniz hem toplum için bir iyilik yapın, bir kütüphaneyi keşfedin. 48. Kütüphaneler Haftası oradan baktığınızda sizin için bir şey ifade etmiyor olabilir. Ancak kitap ve kütüphanenin önemi de en çok bu haftalarda hatırlanıyor. Bu yıl 48.’si Yapılan Kütüphaneler Haftası’nda Türkiye’nin her yerinde aynı anda kitap okuma etkinlikleri düzenleniyor, yürüyüşler yapılıyor, toplum bilinçlendirilmeye çalışılıyor. Çünkü Türkiye’de her 100 kişiden sadece 4’ü kitap okuyor.

Peki neden kütüphanelere bu kadar uzak bir toplumuz, halk kütüphaneleri neden yaygın değil, kitap okumayı nasıl sevdirebiliriz, üniversitelerde bu konuda hangi çalışmalar yapılıyor? Tüm bunları İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Işıl İlknur Selvi Sert ile konuştuk.

- Küçükken hatırlıyorum Eskişehir'de her mahallede bir kütüphane vardı. Sobalar kurulu sıcacık, eski kitap kokan yerlerde burası. Ne oldu kütüphanelerimize? Neden olması gerektiği gibi her mahallede hiç değilse her semtte bir Halk Kütüphanesi yok?

Halk kütüphanelerimiz tüm halkı kucaklaması gereken, adeta bir eve benzemesi gereken yerler. Bugün özellikle Belediyelerimiz çok güzel halk kütüphaneleri kuruyorlar. Tanıtım eksikliğinden halkımızın buralardan haberi yok. Bazı belediyeler ise hiç kütüphane kurmuyorlar. Halbuki kültürel görevlerinden biri de budur belediyelerin. Hemen her ilçemizde ilçe halk kütüphanelerimiz var ve bunlar Kültür Bakanlığına bağlı yerler oralara yeni yeni mezunlarımız atanıyor ve daha da güzel hale getirecekler ben inanıyorum. Kurulan kütüphaneleri daha çok kullandıralım ki, yenileri kurulsun.

- Varolan yerler yeterli mi sizce?

Tabii ki yeterli değil. Daha da geliştirilmeli, yenileri açılmalı. Bunlar kütüphanecilerin özlük haklarının iyileştirilmesiyle de mümkün kılınabilir. Hele ki en önemlisi halkın baskısıdır. Kim yetkili mercilere gidip “ben kütüphane istiyorum semtime” diye istekte bulunuyor? Arz-Talep meselesidir bu biraz da.

- Neden evimize en yakın halk kütüphanesine gidip üye olmuyoruz? Bizi sınırlayan şey ne?

Kamu binalarının soğuk yüzü bizi oraya gitmekten alıkoyuyor . Bunu bana bugün Okuma Sağanakları: Çocuk isimli ve şu anda Taksim Metrosu Yürüyen Bantlar Sergi alanında bulunan sergi açılışında Atatürk Kitaplığı Müdür Yardımcısı Ramazan Elmas söyledi. Kasımpaşa’da Turabibaba Halk Kütüphanesine  yakın bir kahveye gitmişler. Demişler ki “burada bir kütüphane var, biliyor musunuz?” Ama o kadar yakınlar ki bilmemeleri imkansız. “Bilmiyoruz” demişler. “Gelin size götürelim” demiş Ramazan Bey. Gelmişler kütüphaneye ve ne kadar beğenmişler… Bizi sınırlayan şey gelmemek, uzak durmak. O halde kütüphaneciler olarak o kütüphaneleri biz tanıtacağız. Başka yolu yok.


Şimdi böyle konuştukça aklıma geliyor, ilkokulda da lisede de düzgün bir kütüphanemiz olmadığını hatırlıyorum. Herkes evinden kitap getirsin derler, evimizde ne varsa götürüp koyardık. Bir okul için her şeyi yaptığınızı düşünebilirsiniz. Eğer okulunuzun bir kütüphanesi yoksa hiçbir şey yapmış sayılmazsınız. Okullar da MEB bağlı yerler. Sizce Bakanlık kütüphane konusunda yeteri kadar bilinçli mi?

Kesinlikle bilinçli. Güzel şeylerin olması yakındır. Henüz daha atağa geçmedik. Okul Kütüphanecileri Derneği (OKD) ile çalışmalarımız sürüyor. http://www.okulkutuphanecileri.org/ adresinden bu derneğe ulaşanlara, okul kütüphanesi  kurmak isteyenlere biz de yardımcı olabiliriz. Öğrencilerim de bu konuda seve seve gönüllüler. MEB’e de destek olmamız gerekiyor. En azından belirli noktalarda okul kütüphanelerini geliştirmeden hele de oralara bir Bölüm mezunu kütüphaneci atamasını görmeden bu dünyadan göçmek istemiyorum. En büyük misyonum bir budur bir de Türkiye’ye okuma alışkanlığı kazandıracak grubun bir üyesi olmak. OKD ile bu işe baş koyduk.

- Sizce Türkiye'deki kütüphaneci sayısı yeterli mi?

Yeterli değil. Çok sayıda mezun veriyoruz ama hepsi atanamıyor. Okul kütüphanelerinde, halk kütüphanelerinde BBY mezunlarının çalışmasını istiyoruz. İşin ehil ellere bırakılmasını istiyoruz. Bütün mücadelemiz bunun içindir. Türk Kütüphaneciler Derneği, tüm şubeleriyle ve genel merkeziyle özellikle İstanbul Şubesiyle bu işe kendini adamıştır. BBY Bölümlerinden tüm hocalarımız konu hakkında görüşler bildirmişler, destekler vermişlerdir. Biz kütüphanecilik, arşivcilik, bilgi ve belge yönetimi camiası olarak biraraya gelirsek bu sorunların üstesinden geleceğiz. Halkımız da bize destek olacak ve okuyan Türkiye imajına kavuşacağız. Bunun da başka yolu yok.

- Çok çok üzücü bir durum var. Benim tanıdığım çok kültürlü, bilgi birikimi olan insanlar dahi kütüphanecilik eğitimini ve kütüphaneciliği önemsemeyebiliyor. Oysa yurtdışında kütüphanecilik en önemli ve saygıdeğer meslekler arasında gösteriliyor. Nerede yanlış yapılıyor? Bu düşüncenin düzeltilmesi için neler yapılabilir?

Demin de dediğim gibi beraber hareket etmek şart. Bizim mesleğimizde herkes ayrı ayrı o kadar güzel işler yapıyor ki… Anadolu’daki Kültür Bakanlığına bağlı halk kütüphanelerinde de, belediye kütüphanelerinde de çocuklara yönelik öyle güzel çalışmalar var ki… İş gelip tanıtım eksikliğine dayanıyor. Kampanyalar, etkinlikler yapmalı ve sizin gibi değerli medya mensuplarıyla bunları paylaşmalıyız. Eski mezunlarımız mesleğimizin çok çilesini çekti. Onları saygıyla anıyorum. Onlar bir temel hazırladılar genç kütüphanecilere. Tanıtımı yapacaklar ise genç kütüphanecilerdir. Sosyal Medyayı kullanarak üye kazanmaları, etkinlik duyurusu yapmaları onlar için çok kolay. Sosyal medyayı doğru kullanarak zaten var olan güzel hizmetleri tanıtmamız şarttır bence…

-  Yine ne kadar üzücüdür ki dünyanın en uzun süredir yayımlanan İngilizce genel kültür ansiklopedisi Britannica bundan sonra basılmayacak. 15 senedir iyiden iyiye yok olan ansiklopedi kültürü tamamen bitiyor. Biz nasıl böyle bir dünya olduk. Bunun tek sorumlusu sizce internet mi?

Hayatımızda internet olmasaydı başka bir ortam olacaktı. Binlerce yıl once kil tabletler vardı şimdi yoklar. Papirüsler vardı şimdi yoklar. Bu dönüşümden korkmamak gerekli. Elbette ki  bu yüzyıl içinde bu büyük dönüşüm gerçekleşecek.  Olmadı bir sonraki yüzyılda…Türk Kütüphaneciler Derneği İstanbul Şubesi tarafından büyük emekle düzenlenen İstanbul’daki kütüphane haftası açılışımızda Prof. Dr. Talat S. Halman bu konuya o kadar güzel değindi ki…  E-kitap diyorlar, buradaki e harfine elektronik yerine elveda-kitap mı demeliyiz diye o kadar güzel sorular sordurdu ki bize… Sonucu ezeli-kitap ve ebedi-kitaba bağladı. Onu onaylamamak elde değil. Kitap hep var olacak. Şekil önemli değil. Şu an bir dönüşüm zamanındayız ve ikisi de beraber yer alacak hem raflarımızda hem kindle larımızda. Bu kaçınılmaz. Okuma eylemi hep olacak araçlar değişse de… Ben kitabın değişmesini istemeyenlerdenim. İkisi birarada olsun diyenlerdenim. Ama dünya hızla değişiyor ve bizim düşüncelerimize bakmıyor…. Değişime direnemezsiniz.

- Kütüphanelere yapılan bu bilinçsiz şiddet nasıl önlenecek? Meclis'ten birileri ile irtibata geçip bu yönde bir çalışma yapılmasını istemeyi düşünüyor musunuz?

Bu bir savaş değil bence.. Dediğim gibi, kitap ve e-kitap birlikte var olacak uzun sure. Biz bilgi ve belge yöneticileri olarak, kütüphaneciler ve arşivciler olarak nasıl bir strateji izlemeliyiz bunu belirlememiz önemli. Yurtdışındaki kütüphanecilik forumlarında bunlar görüşülüyor. Kimse henüz bu stratejiyi tam olarak belirleyemedi. Tam bir geçiş aşamasındayız.  Meclis ile Türk Kütüphaneciler Derneği Genel Başkanımız Ali Fuat Kartal sayesinde her daim irtibat  halindeyiz. Kendisi Meclis Kütüphanesi’nde uzman kütüphaneci olduğu için Milletvekillerimizle de devamlı görüşme halinde. Yoğun bir çabası var. Takdir etmemek mümkün değil. Ancak bu işler 1-2 kişiyle olmuyor. Halk desteğini almazsak nereye kadar 1-2 kişiyle gidebiliriz ki? Bunun için de tanıtım şart.

- Son olarak pek bilinmeyen gözde üniversitelerimizde bulunan çağdaş kütüphanciler ve arşivciler yetiştiren Bilgi ve Belge Yönetimi bölümünü, hiç tanımayanlar için bir kaç cümle ile anlatabilir misiniz? Yeni başlayacak gençler bu bölümü neden tercih etsin?

İstanbul Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, en eski Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümlerine sahip üniversitelerimiz. Buralarda yetişen öğretim üyeleri, Kastamonu Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi  gibi üniversitelerimizde mesleğimizi genç nesillere sevdirmek üzere kadrolarını kuruyorlar. Kıbrıs’ta Yakındoğu Üniversitesi’nde de varız.   Atatürk Üniversitesi  gibi bölümü nispeten yeni kurmuş ve öğrenci alan; Kastamonu Üniversitesi gibi  Bölümü kuran ama henüz öğrenci almayan üniversitelerimiz de var. Her biri birbirinden değerli hocalarımızın olduğu bölümler bunlar.

Yeni başlayan öğrencilerime hep söylediğim bir şey vardır: bu bölümü bitirip iyi bir yere gelmek istiyorsanız bilgisayar ve yabancı dil seviyenizi yükseltecek çalışmalar yapmalısınız. E-kitap gibi tehditlere rağmen bölümümüz çok önemli ve değerli. Kimi zaman tehditler fırsata dönüşebilir. Bu geçiş sürecini akıllıca kullanacak mezunlarımızla, yeni başlayacak öğrencilerimize bir umut olmayı hedefliyoruz. Değerli hocalarım da bu konuda benimle hemfikirdir diye düşünüyorum. Bilgi Okuryazarlığı, Yaşamboyu öğrenme etkinlikleri gibi önemli çalışmalar kütüphane olmadan yapılamaz. Kütüphane olmadan bilgi toplumu olunmaz. Bizler rehberiz. O google denizinde boğulmamanız için birer can simidiyiz. Doğru, güvenilir ve gerçek bilgiye kütüphanecilerle, arşivcilerle ulaşabilirsiniz. Biz de onları yetiştiriyoruz. “Bilgi güçtür” diyen bir Türkiye için çalışıyoruz ve çalışacağız.

Röportaj: Ece Eliboloğlu

Bu röportaj Dipnot Tablet'te yayınlanmıştır. 

Survivor'un Mahrem Sırları! Merve Oflaz Dipnot Tablet'te açıkladı


O Survivor yarışmasının Amazonu…Merve Oflaz geçtiğimiz sezon tüm rakiplerini geride bırakarak birinci olup 500 bin TL’lik ödülü kazandı. Yarışmadan sonra televizyon dünyasına hızlı bir giriş yapan Merve Oflaz en son Muhteşem Yüzyıl isimli dizide rol aldı. Dipnot tabletin bu sayısında Panama’daki ıssız Mogo Mogo ve Pachea adalarındaki zorlu şartları ve tüm merak edilenleri bizler için yanıtladı.

 


•Öncelikle Merve Hanım ne kadar oldu Survior’dan ayrılalı? 

Tam olarak 11 ay oldu.Neredeyse 1 sene geçtiğine hala inanamıyorum.


•Ada ile başlayalım. Bizim izlediğimiz kadarıyla oldukça zor şartların yaşandığı bir  yer. Nasıl adapte oldunuz oraya? İlk günler nasıl geçti? 

İlk gunler şok içerisindeydik. Her şeyi yadırgıyordum. Yattığımız yerden, yiyemediğiniz yemeklere kadar, her şey çok zordu. Ama emin olun insan mecbur kaldığı zaman her şeye adapte olabiliyor ve mücadele edebiliyor. 1 haftadan sonra sanki hep orda yaşamış gibi hissetmeye basladık. 

•Ada gerçekten ıssız mı? Belli bir bölgesinde yaşam var mı? 

Survivor’in cekildigi adalar ,mutlaka ıssızdır. Zaten herhangi bir bölgesinde  yasam olsa kendinizi otomatik olarak huzurlu hissedersiniz ki bu da Survivor’ın  doğasına aykırıdır. Orda bir şeyin olmadığını bilmek hiç bir yere kaçamayacağınızı biliyor  olma düşüncesi bile yeterince korkutucu sanırım. 


•Adaya gitmeden önce size bir eğitim ya da bilgilendirme toplantısı yapıldı mı?  İşte bunu asla yemeyin, geceleri şu şekilde davranın, şu tür hayvanlara dikkat  edin gibi? 

Evet, adaya gitmeden önce mutlaka bir toplantı olur. Ormanın derinliklerine girmediğiniz sürece aşırı dikkat etmeniz gereken bir hayvan mevcut  değildir. Bilmediğimiz bir meyve ya da herhangi bir bitkiyi yemeden once yetkililere  göstermemiz gerekiyordu. Her zaman zehirli olmak riski taşıyorlardı çünkü.  

•Bizim izlediklerimiz dışında adada bir gününüz nasıl geçiyordu? 

Sizin izledikleriniz dışında bütün gün yemek arayışında ve uyuyarak  geciyordu. Anormal açlık sizde fazla güç bırakmıyor ve devamlı uyumak  istiyorsunuz. Geceleri de sinekler ve rahatsız edici yengeçler yüzünden fazla  uyunamadığı için gündüzler genelde  yarişma olmadığı günler uyuyarak  geçiyordu. 

•Bize gösterilmeyen ama duyduğumuzda çok şaşıracağımız anlar yaşanıyor  muydu? Adada insanı en çok ne zorluyor? 

Açlik,yeterli uyku alamamak,sinekler...Bunlar sanırım yasamı en çok zorlaştıran  faktörlerdi. 

•Adada ne yiyip ne içiyordunuz? Şuanda da örneğin “Ünlüler ve gönüllüler”  adasının en büyük sıkıntısı yemek gibi gözüküyor. 

İçme suyu veriliyordu. Onun dışında kızlar olarak balık tutamadığımız için  hindistan cevizi yiyerek gecirdik. Normal olarak şimdiki Survivor’da da açlık en büyük  dert ama zaten Survivor’ın başlıca olayı bu.  

•Devamlı  hindistan cevizi ile mi beslendiniz?

 Devamli....1 ay boyunca... 

•Bu sezon örneğin ünlüler muz buldular. Siz herhangi bir meyve  keşfetmişmiydiniz? 

Hayır. Onlar Dominik’te oldukları için cok farklı meyveler var sanırım. Biz de bu  tip şeyler mevcut değildi.. 

•Açlıktan hastalanan olmuyor muydu? Dışarıdan size hiç yiyecek getirilmiyor  muydu? 

Tansiyonum 6’ya 4 e kadar düstüğünü hatırlıyorum.Tabi ki asla dışarıdan  yiyecek verilmiyordu. Sadece ödül oyunlarında kazanılan az miktarda ödül  yemekleri...

•Su ihtiyacınızı nasıl karşılıyordunuz? İçme suyu var mıydı?

Verilen tek sey suydu.Adada bir su kaynağı olmadığı icin içme suyumuz  veriliyordu. 

•Adaya kaç kilo gitmiştiniz? Kaç kilo döndünüz?

50 kilo gitmiştim döndüğümde 43 kiloydum. Kızlar daha az kilo verir ,erkekler  15 kiloya yakın vermişlerdi. 


•Örneğin bu sezonun en çok konuşulan yarışmacılarından Taner ne bulsa yiyiyor.  Sonuçta bilmediği belki de normal yaşantısında hiç yemediği şeyler. Zehirlenme  ihtimali çok yüksek. Zehirlense ve ölse bu durumda ne olabilir? Bu konu ile ilgili  bir sözleşme imzalamış mıydınız?  

Zehirlenmemek icin mutlaka paramediclere bulduklarını gösteriyordur. Onların  izin vermediği bir şeyi yiyemez. Dolayısıyla böyle bir ihtimal yok. Fakat herhangi  bir şanssız durumda sorumluluğu elbette üzerimize alarak gidiyoruz. 


•Benim ve aslında birçok kadının merak ettiği iki soruyu sormak istiyorum.  Epilasyon sorununu nasıl halletiniz?  

Benim icin pek sıkıntı olmadı çünkü zaten epilasyonluydum. Diger kızların da  çıktı. Fakat emin olun bronzluk ve kameranın kör noktası olduğu için pürüssüz  gözüküyoruz. 

•Kadınlar için belki de en çok zorluk yaşayacağı konu regly. Bu sorun için nasıl bir  çözüm buldunuz? 

Survivor’da kimsenin bilmediği enteresan bir durum vardır. Genelde vücut kötü  şartlara karşı defansa geçtigi için yüzde doksan regly olunmaz. Ben olmadım, olan 1-2  arkadaşımın da 2 gün sürdü. 

•Tuvalet ihtiyaçlarınızı nasıl giderdiniz?   

Tuvalet tabi ki istediğiniz her yer. Özel bi tuvalet soz konusu degil. Emin olun bir  adada tuvalet olarak kullanabileceğiniz çok yer mevcut.  

•Adada özel olarak belirlediğiniz bir yer var mıydı?

 Evet belirlemiştik belli bir nokta.
  
•Yanınızda neler götürmenize izin verilmişti? Bavulunuzda neler vardı?

Siz götürmüyorsunuz, bavul ekipte duruyor. Onlar adaya giderken sizin giyeceklerinizi kendileri seçip icinden çıkarıp sırt çantanıza koyup veriyorlar. Bir  bikini , iki short, iki tshirt, terlik, spor ayakkabı, bir çift çorap

•Gelelim böceklere…  Onlara nasıl alıştınız? 

Böcekler asla zarar vermiyor. Onlar en masum hayvanlar. Hemen alışıyorsunuz. 

•Ne türde vahşi hayvanlar vardı? Onlardan nasıl korunuyordunuz? 

Tahmin edildigi gibi korkunc vahsi hayvanlar yok.Sadece sürüngenler mevcut  onlar da ormanın derinliklerinde ve siz hayvanları rahatsız etmezseniz onlar da  sizi etmezler. Iguana,kocaman yengeçler, yılanlar, akrepler mevcuttu. Denizdeki vatoslarda oldukça tehlikeliydi. 


•Adanın zorlu şartlarına dayanamayıp gitmek isteyenler oluyor muydu? Bu  durumda neler yaşıyordunuz? 

Evet bazen özellikle kızlardan gitmek isteyen oluyordu. O zaman da oy birligi ile eleniyorlardı. 

•Aile ve sevdikleri dışında insan adada en çok neyi özlüyor ne yapmayı özlüyor?

En basit insani ihtiyaclarını tabiki; yatak,derin bir uyku,normal bir yemek,temizlik... 

•İlerde torunlarınıza bile anlatabileceğiniz orda yaşadığınız en zor an neydi? 

Fırtınaya yakalanmıştık okyanusta o cok korkutucuydu.Cok korkmuştum.Ve  yağmur yağdığı zaman ıslak kıyafetlerle uyumaya çalışmak.  

•Hep bir geyik vardır. Issız Adaya gidildiğinde yanınıza ne alırsınız sorusu J Size  tecrübeli biri olarak sormak istiyorum. Issız bir adaya gidecek olsak yanımıza  alacağımız 3 şey ne olmalı? 

Mutlaka ateş yakmak için bir çakmak, kesici herhangi bir alet...Bu ikisi varsa  yasamak için yeterli...3. ise su keyfi olur :) Bize sormayın bence bunu. Biz cok basit şeylerle yasayabiliriz artık :) 


•Hayatınızda neler değişti? 

Her şey diyebilirim. Önceki mesleğime devam etmiyorum. Tv onunde iş yapmaya  basladım. Bu da özgürlüğümü biraz kısıtladı. Dışarıda herkes tarafindan tanınmak  garip bakışlar bazen cok rahatsız edici olabiliyor. 

•Bundan sonraki hedefleriniz neler?  

Tv’de kamera önüne yakıştığımı düşünüyorum. En büyük hedefim Survivor’da 1.  Olmaktı. bunu basardim.Bundan sonra tv’de gelebilecek iyi projelerde her zaman yer alabilirim.Her şeyi zaman gösterecek.  

Röportaj: Ece Eliboloğlu


Bu röportaj Dipnot Tablet'te yayınlanmıştır.